10 Mayıs 2015 Pazar

Yokluğun buz gibi soğuk

Uzaklardan bir ses olmanı isterdim, bir selam, bir nefes... 'Üşüme' diye seslenmeni isterdim... Bir el olmanı isterdim, bir kol... 'Özledim' deyip sarılmanı... En karanlık yerinde düşlerimin çıkıp gelmeni isterdim kınalı bir bahar gibi, umut ışığı olmanı isterdim hayatıma... Gelseydin ve yaslasaydım başımı omuzuna, ağlasaydım doya doya... Geçerdi üşümesi yüreğimin, geçerdi üşümesi bilirim. Kirpiklerimde yağmurlar dumanlanmazdı...

Seninle suları yeşil bir ırmağın kıyısında buluşmak, saçlarının kokusundan öpmek, içime çekmek ve serin soluğundan içmek, sana sarılmak, kucaklamak, uçmak isterdim…

Ama nafile, aramızdaki bütün yollar kapalı... Bütün dallar kesik... Yokluğun buz gibi soğuk... Üşüyorum... Yüreğim de donmuş sanki, gözlerim de...
Ateşler içinde bedenim... Öyle bir üşüme ki, hiç bir şey ısıtmıyor artık. Bütün uzuvlarım uyuşmuş. Ezip geçiyor ruhumu acılar...

Yoksun işte, kalbimin kuyusu en hazin sesle inliyor şimdi. Kirpikleri kırılan bir zamanın teninde ağrılı şiirler topluyorum gecelere...

Bilirim, sevmek ve özlemek bir ateşe dokunmaktır; yakmaktır yüreğini yangınlarda. Ama ben üşüyorum. Yokluğun buz gibi soğuk. Yakacak bir şeyimde yok…
Ağlıyorum, buza dönüşüyor gözyaşlarım… Ağlıyorum, akıp gidiyor gözyaşlarım çağlayanlara… Bakakalıyorum ardından çaresiz…

Ah! bir el olsan dokunsan alnıma, okşasan saçlarımı bir anne şefkatiyle.. Geçerdi ağrısı başımın, geçerdi biliyorum... Bir gül olsaydın bahçemde, koklasaydım nefes nefes, çekseydim içime derin derin... Bir göz olup baksaydın gözlerime, çekip alsaydın içindeki hüznü... Ah! bir bilsen nasıl sevinirdi yüreğim, nasıl sevinirdi dudağımdaki gelincik, kapımdaki akasya...

Susuyorum artık derin derin... Ve sessizce soluyorum bir hazan yaprağı gibi... Oysa ne kadar çok hasretim konuşmaya, anlatmaya
anlaşılmaya... Oysa ne çok istiyorum, tüm bedenimden söküp almanı yalnızlığımı, hicranımı bir tılsımla...

Yüreğim kanrevan, dikenler acımasız, ayaklarım kırık koşamıyorum artık doruklara, menzil uzak...

Gel, yalnızlığıma arkadaş olsun sevgin, umut olsun... Gel ağlayan gözlerimi sil, ki, hesapsızca,sınırsızca, sevsin yüreğim. Bir adımız Aşk, bir adımız hayat olsun...


Gel, yüreğim ol, bedenim ol, her ölümümde yeniden hayat ver. Elim, ayağım, canım ol... Gecem - gündüzüm ol... Ağlayan gözlerim ol ve her damlada yeniden doğur umudu... Yeniden yarat ki, seni ne kadar özlediğimi anlatayım dünyaya, ne kadar çok sevdiğimi...

Önce sen gel sevgilim solmadan resimler, şiirler sislenmeden... İslenmeden geceler... Sonra ölüm gelsin... Sonra ölüm gelsin...

Yoksun işte, kalbimin kuyusu en hazin sesle inliyor şimdi....






Gitme Kal Diyemedim

Sabah erken terminale indim. Elimde tek gidişlik biletim. Çantamı yere bırakıp öylece beklemeye başladım. Bilinçsizce gözlerim etrafı tarıyordu, biliyorum beklemiyordun ama yinede gözlerim seni arıyordu eskiden kalma bir alışkanlıkla... Yolların yıllara, yılların yollara karıştığı bir zaman düşlüyorum. Sen uzun bir zaman önce gitmiştin bu şehirde biliyorum ama inatla gözlerim seni arıyordu yine de, arada geçen bunca zamana rağmen...

Soğuktu, Ankara’ya kar yağıyordu, üşüyordum... Benim de düşlerim yağıyordu Ankara’ya... Ellerimi cebime soktum bir süre öylece bekledim... Sanki biraz sonra bir köşeden çıkıp gelecektin, sadece birazcık geç kalmıştın; koşarak çıkıp merdivenleri gelip sarılacaktın hasretle...

Biliyorum uzaklardasın şimdi... Kimlerlesin kimbilir, yalnızsın belki de benim gibi şu an? Oralar da soğuktur belki, üşüyor musun? hala canını sıkıyor mu bir ömür tükettiğin bu hayat kavgası..?
Beni sorma! Suyu tükenmiş limanların denizlerine yürüyüp duruyorum hala... Hayatımın sesi kısılmış, yaşlanmış dudaklarımdaki kelimeler, kimse anmıyor, aramıyor artık beni... Unutulmuşum anlayacağın...

Beklerken gözlerin geldi gözlerimin önüne, dudakların, duruşun, gülüşün, sevgiyle bakışın... Sonra aklım ayrılığın bir burgu gibi işlediği yüzüne bakmaya, elini tutmaya korktuğum günlere gitti. Burgu ağır ağır işliyordu içime, ağır döndüğü içinde daha çok acıtıyordu... Ah kahrolası gururum, kahrolası kalbim, gitme kal diyemedim sana, gitme kal demeye varmadı dilim.

Bir ezginin müziği doluyor kulaklarıma, içim ürperiyor… Kalabalıkların arasında bir nehir gibi süzülüp gidiyor uzaklara kalbim. Hoşça kal sesleri yankılanıyor kulaklarımda… Birazdan herkes ayrı ayrı trenlere binip ayrı ayrı yönlere, farklı amaçlara gidecek. Tıpkı hayatın kendisi gibi.
İnsanın bekleyeni varsa, gitmekte, dönmek kavuşmak kadar güzel.


Sen gittiğinden beri hayatın bir anlamı kalmadı benim için.
Yıllardır bu terminale her gelişimde aynı acıyı duyarım, aynı özlemi hissederim, aynı hüznü yaşarım... Oysa aradan uzun yıllar geçmişti ama her şey daha dünmüş gibi gözlerimin önünde canlanıyordu...
Ne zaman bu terminale insem içim burkulur, gözlerim durup durup dolar. Her esen yelde, yağan yağmurda, çağlayan ırmakta, uğuldayan ormanda senin kokunu duyarım...
Her esintide soluğunu hissedip, içime ferahlık dolar ve her yokluğunu yokladığımda ruhum sızlar.

Çekip gitmiştin kalbinin bütün kapılarını kapatarak ardında.. Durmadan büyüdü içimde yokluğun. Günler aylar, yıllar geçip gitti ardına bakmadan ama sen yoktun gelmiyordun... Gelmiyeceğini biliyorum, beklemem nafile ama yine de köşe başlarına bakıyorum belki bir köşeden çıkar gelirsin diye...

Ellerim cebimde ağır ağır yürüyorum caddelerde, belki yetişirsin diye arkamdan, gözlerimi kapatırsın yine iki elinle... Ah kahrolası dilim, kahrolası hayat, gitme kal demeyi gururuma yediremedim... İçim ürperiyor, titriyorum ama üşüdüğümden değil.... Sensizliğimden, bu kalabalıklar içindeki yapayalnızlığımdan...

Özlem tek yönlü bir yol işte gidip de dönmeyen... Uzaktasın oysa ki bir ömür kadar biliyorum... Ve sen bir yel gibi esip gittin hayatımda ardına bakmadan, ben yelkenleri kırık tekneler gibi bakakalmıştım ardından yorgun denizler üzerinde...

Seni ne zaman ansısam bir hüzün şarkısı kırılır kalbimde; hiç unutamadım ki seni zaten, yıllar oldu buraları terkedip gideli, yıllar oldu ayrıyız, dudaklarımız biribirinden uzak, bedenlerimiz, ellerimiz, gözlerimiz uzak. Oysa aşk karşılıklı sevmektir, dokunmaktır, gerçek aşk paylaşmaktır hayatı. Hala kulağım sesinde, gözlerim etrafta seni arıyorum, çok uzaklarda olduğunu ve gelmeyeceğini bile bile... Kırık bir tebessümdür anımsadığım, bir sevda türküsüydü adın... Herkese bir şeyler verilir belki ama ben sana kalbimi verdim... Kalbimi de alıp gittin beraber uzaklara...

Çekip gittin hayatımdan düşlerimi ve anılarımı sarsarak.. Kahrolası hayatımda artık mutluluk olmayacak, teselli olmayacak. Hep bir boşluk, hep acılar, hep hüzünler olacak...

Şimdi güz sonu, kışa giriyoruz ben dört mevsim baharı yaşadım seninle. Dört mevsim çiçek açtın kalbimde, taze bir yaprak gibi yeşildin, sevgi çiçeğiydin, üzerine çiğ taneleri düşmüş kırmızı güldün, maviydin, beyazdın, bütün renklerde sevmiştim seni... Bir masal çiçeğiydin sen...
Seni severken hayatı da sevmiştim ben, dünyayı da, insanları da...

Uçup gitti sevgi kuşları hayatımda. Günlerin, gecelerin tadı kalmadı. Leylası kaybolmuş bir mecnunum, hiçbir çöl kabul etmiyor beni artık, Soğuk karanlık gecelerde kayıp çocuk resimleridir hüznün bir başka adı gözlerimde. Gittiğinden beri kayıp içimdeki çocuk... Ey kahrolası ben... kahrolası hayat... Kahrolası kalbim, kahrol......

Bir sevda dudağında tutsak kaldı özlemim
uzun kara trenler alıp götürdü seni
hasret boyu uzayan raylara döküldü gözlerim
bütün insanlar ağladı sen giderken.
bütün istasyonlar gözyaşlarına boğuldu
bir ben ağlamadım inanki, bir ben
ince bir duman gibi kaybolup gittin

oysa seni sevdiğimi söylememiştim daha
sensiz yaşamayacağımı,
sana aşkımı anlatamamıştım
gitme kal, giden ben olayım
gitme kal diyemedim
kahrolası gururum, kahrolası dilim

arkanı dönüp giderken
hıçkırıklar düğümlendi boğazıma
kızdım,bağırdım, haykırdım, isyan ettim
yine de seni sevdiğimi söylemedim
ardında ağlayan bir çift göz
paramparça bir yürek
ve dalları kırılmış bir ağaç gibi baktım
ama gitme kal diyemedim
kahrolası gururum, kahrolası dilim

gittin hayallerim ardında yaprak yaprak düşüyordu
bir çocuk üşüyordu elleri cebinde
dalında bir gelincik ağlıyordu
bir dağ yanıyordu içimde
gitme, gidersen baharda git
sonbaharda gitme
yapraklar düşmesin ardında
diyemedim
kızdım,bağırdım, haykırdım, isyan ettim
yine de seni sevdiğimi söylemedim
kahrolası gururum, kahrolası dilim
gitme kal diyemedim

.../
bir rüzgara açarım şimdi kalbimi
bir de sulara
alıp getirsinler diye sevgimi sana

bir tutam sevgiydi yaşam kalbimde
bir yudum hasret oldu
döküldü gözlerimde tane tane

gittin,
bir tren garında
ömrümü rayların arasında götürdün
oturdum bir köşede
öylece ağladım, kahroldum
bir sessiz çığlığın yarayla buluşmasıydı gidişin
ardından gitme kal, gözlerin yaralarımın tek merhemi
diyemedim

dizlerim, ellerim, yüreğim paramparça şimdi
suları çekildi canağacımın
asitli yağmurlar döküldü dallarıma
acılar topluyorum takvim yapraklarından her gece
gözlerime kan oturdu ey yar! ..

her gece bekleyişler öldürür beni
gelmeyişler
bir de eriyişler hasretinden her gece

ah! gurbet ah! sen olmasaydın
ayrılık olmasaydı
hasret olmasaydı
ben olmasaydım
sen olmasaydın
aşk olmasaydı
kahrolmasaydım...














Bir Ayışığına Vurgundum Bir Sana


Yüzün aya benzerdi, ay yüzüne, kıskanırdı geceler yüzünü… Gözlerin parıltısını yıldızlardan alırdı sanki, yıldızlar parıltısını gözlerinden… İçim titrerdi her baktıkça yüzüne, sonsuz bir sevdayı anlatırdı menekşe gözlerin. Ben o sevdanın tutkunu olurdum…. Ay kokardı her yanın dolunaylı gecelerde, sevda kokardı boydan boya… Ben bir aya, bir sana vurgundum, kimse bilmezdi… Gecelere fısıldanan aşk sözcükleri kokardı sesin ruhumda... Bir senin için atardı kalbim… Kimse görmezdi…

Her gece ay ışığı olur doğardın gönlüme, yaprakların kımıldanışında, suların akışında, ceylanların bakışında seni bulurdum. sesini duyardım...
Sevdan her gün biraz daha büyürdü içimde, sığmazdı yere göğe, sığmazdı dağlara, ovalara, denizlere…

Geceleri sensiz kaldığımda, yalnızlık bir bıçak gibi saplanırdı yüreğime. Yinede gönlüme birkaç umut ve sevgi kırıntısını toplayıp acemice şiire dönüştürürdüm. Her dizesi seni anlatırdı, her dizede sen kokardın… Her dizede hayalin olurdu, gülüşün, duruşun, sesin olurdu, sen olurdun… Saklardım yazdıklarımı kimse görmesin, kimseler bilmesin diye, kimsenin bulamayacağı yerlere saklardım…

Bir gün ayrıldı yollarımız, savrulduk ayrı ayrı iklimlere. Sensiz geçen ömrümün her anı işkenceye döndü. Umutsuz, ışıksız kaldım… Oysa yalnız seninle beraber olmayı istemiştim ben, tek sevdiğim, gönlümü aydınlatan tek ışığım olmanı ve yalnız seninle bir ömür geçirmeyi istemiştim… Ama olmadı, aramızdaki bütün yollar kapandı... Bütün köprüler yıkıldı...

Seninle bir ayışığında buluşmayı, sana sarılmayı, elini tutmayı, başın göğsümde nefes almanı, saçlarının kokusunu öpmeyi ne çok isterdim… Ne çok isterdim düşlerde de olsa seninle gökyüzüne kanatlanmayı… Menekşe gözlerinin rengiyle yüreğimi sevince ve mutluluğa boyamayı…

Aradan onca yıl geçti içimde hala yokluğun kanıyor, gözbebeklerimde gözlerin ağlıyor.... Biliyorum her ikimizde dudakları kanayan bir zamanın tünelinde, ağrılı şiirler topluyoruz gecelere... Sessiz özlemlerimizi gömerek içimize, yaşamın kahır duraklarında bir imkansıza yaslanıp, kavuşmayı bekliyoruz…
Oysa biliyoruzki, zaman suskun ve ağrılı bir sözcük yüreğimizde… Ellerimiz hiçbir zaman kenetlenmeyecek, hasretin avuçlarında hep imkansızlığı kanayacak yüreklerimiz....


Bilsen seni ne çok özledim. Ayın ve yüzünün saflığını, yıldızları, buluştuğumuz geceleri, o pınar başını... Bilsen ne çok özledim el ele yürüdüğümüz yolları, gürüldeyen suları, ilkbaharları, yemyeşil kırları, dağ başlarını... Sesini duymayı, saçlarına dokunmayı, gözlerine bakmayı, bilsen ne çok özledim seninle birlikte olmayı...

Ne çok isterdim uzanıp yıldızların altında dizlerinde uyuyup, bedenimi sarmalayan tüm acıları dağıtmayı. Gözlerimi gözlerine dikip susmayı, yalnız yüreğimle konuşmayı, ellerimi ellerine uzatmayı ne çok isterdim. Ne çok isterdim zamanı durdurup seninle bir yayla yolunda buluşmayı, sevdamızı kanat yapıp kimsenin bizi bulamayacağı bir yere uçmayı….

Ah! ay bakışı yaralım bir gün ırmaklar karışınca denizlere, yapraklar düşünce, üşüyünce gönüller, sevdalar küçülünce, özlemler büyüyünce, hayalin çekilince gözlerimden, rüzgar susturunca şarkımızı. İsterse parçalasın yüreğimi acılar, kopsun kıyamet, senin gamzeli gülücüğünde öleyim yeter! …












Kar Yağıyor bu Şehire! .. Ve Sen Yoksun

Senden ayrılalı kaç yıl oldu, kaç asır geçti, kaç yaz, kaç kış, kaç gün, kaç ay..? Saymadım.. Sen giderken ardında bir dağbaşı yalnızlığı bıraktın bana. Bir çöl ıssızlığı, yokluğun kimsesizliğim oldu, yokluğun kederim, söyle şimdi ben nerelere giderim… Yağmurlar bu şehre kızgın artık, yağmıyor sokaklara… Şimdi kar içinde bedenim, buza döndü dünya...

Sen gittin kar yağıyor bu şehire! Ve ben üşüyorum, gökyüzü yere dökülüyor sanki, bembeyaz bir gülücükle, nazla... Gözlerimin içinde bir eski hikaye geziniyor sokakları... İnsanlar farkında değil, bilmiyorlar bu hikâyeyi…

Hani hayallerimiz vardı geleceğe dair, mutluluk dolu. Rüzgarlar savurdu, ulaşamayacağımız yüksek dağlara yağdı.
Öyle de olsa koynumda hala mavi mavi hayaller taşıyorum sana dair... Sen gideli yüreğim yangın, gözlerim buğuludur benim...Kar yağıyor bu şehire ve sen yoksun, üşüyorum! .. Yoksun! .. Gözlerime, dudaklarıma, yüreğime yağıyor kar! ..

Giderken ardından son bir çığlığımı ekleyebilmiştim sadece... Giderken 'beni de al' diye bağırabilmiştim sadece... Ama nafile duymamıştın...

Yıllarca hayalinle yaşadım bu kahrolası yerde, hayalinle avundum senden uzaklarda da olsa, bir tatlı sözüne, bir tebessümüne hasret kaldım…. Sen bir serap gibi yıllardır içimin çöllerinde; yaklaştıkça uzaklaştın benden, uzaklaştıkça yaklaştın... Bilki hayalin bile serinliktir kavrulan ruhuma, üşüyen yüreğime sıcaklıktır…

Gel ey sevgi meleğim, cangülüm, bir bahar sabahı toprağıma can olmak için gel! .. Damarlarıma kan olmak için gel! .. Hasretlik boyu uzayan raylarda, gönlünün sıcaklığına muhtacım...

Bilki, kaynağı sendedir mutluluğumun, çaresi sendedir yüreğimin. Uzaklığın çekilmiyor, uzaklığın işkence… Ne zaman seni düşünsem şiirler dökülüyor kar gibi kaldırımlara, şarkılar ağlıyor yokluğuna..

Uzak dağbaşlarının serin seherlerinde, gökyüzünü süsleyen gözlerini aradım kaç kez. Seni ararken ırmaklara döktüm derdimi, rüzgârlara döktüm. Bin 'âh'la iniledi dağlar, bin 'âh'la aktı pınarlar, 'âh'ımdan kan damladı gül yapraklarından, yaralı bülbüller figan etti…

Özlemin bir bulut gibi sardı beni, bir yağmur gibi üstüme yağdı her gece. Damlalar yüreğime vurdukça, seni sevmek her gün biraz daha büyüdü içimde...

Gel ey gül-i rana; gel ey cangülüm, ayakların kanasa da dikenlerden, binbir pusu kurulsa da yollara, prangalar vurulsa da ayaklarına, kırıp zincirleri gel… Gelmezsen yok olurum, tükenirim. Gelmezsen bil ki, ölüme savurur beni hayat…

Geceler boyu hayalinin peşinden koşarken şaşırdım yolumu... Bir uçuruma düştüm, canım yandı, kanadı her yerim...

Gel ki, uzak dağyollarında küçük bir su olup, sevda pınarı gönlüne akayım… Ürkek ceylanlar gibi sokulayım yanına. Gel koru beni zamanın zulmünden, merhametinin gölgesine al… Kucakla beni şefkatinle, yüreğime bıraktığın o kutsal ışık için, aşk için kucakla…

Her gece ismini anarım gecenin en ıssız saatlerinde. Korkuyorum senden uzaklarda sensiz, yüreğim sensiz dağbaşı ıssızlığı, yüreğim sensiz en karanlık gece... Sana doğru kayıyor gönlümün bütün yıldızları, sana doğru akıyor gönlümün ırmakları…

Uykusuzum her gece böyle, yorgunum sensiz.
Hani diyorum bir gece hasretini yüklenerek çıkıp gelsen, ısınsa üşüyen duygularım. Sonra başımı koysam dizlerine kapansa kirpiklerim; uyusam, bir daha hiç uyanmasam…
Nuri CAN
.







Cançiçeği

Erişilmez bir uçurumun kıyısında, senden başka kimsenin farkında olmadığı bembeyaz bir çiçektim ben. Sen ise, dört mevsim özlemini çektiğim yağmur. Üstüme yağışını severdim, yapraklarımdan aşağı akışını, her damlanı içime çekişimi severdim. Bedenimde seni hissedişimi. Her damlan alıp götürürdü beni adını bilmediğim, tanımadığım yerlere...

Sen yağınca susuzluğum dinerdi, biterdi kimsesizliğim, dağılırdı ürpertilerim. Serin bir meltem değip geçerdi yapraklarıma. Dünyalar benim olurdu, uçardım sevinçten. Günlerime, gecelerime; hiç kimsenin bilmediği, fark etmediği sıcak bir sevgi dolardı. Sıcak bir sevgi dolardı yüreğime. Her çocuğa gülümserdim; her kuşa, her kelebeğe, her arıya gülümserdim...

Erişilmez bir uçurum kıyısında rüzgarlara ağıt yakan, yalnız ve boynu bükük, bembeyaz bir çiçektim ben. Sen, bakışlarında sevdalar gizleyen, sevdalandığım, gözleri menekşe rengi küçücük bir kızdın.. Adına Seher demiştim, adına sevda, adına umut. Sevdam, umudum her şeyimdin. Günüm, günaydınım, gülaydınlığım seninle başlardı. Tek sevenim, tek sevdiğimdin. Yağmurumdun sen; kurak günlere, ayaz gecelere inat. Hiç bitmeyen bir umut, özlem ve hazla beklerdim seni. Gelmediğin zaman boynumu büküp, kapar gözlerimi seni beklerdim. Özlemin umudum olurdu, umudum özlemin. Beklerdim, beklerdim bıkmadan, usanmadan...
Çünkü seni seçmiştim ben, sevdam, arkadaşım olarak. Sevdanı yüreğime nakış nakış işlemek için. İşlemeliydim ki, fırtınalar, boranlar içinde bile olsa kardelenler gibi açmasını öğrenmeliydim...

Umudumun bitip tükendiği anlar da oldu elbette zaman zaman. Seni beklerken, bekleyişin işkenceye dönüştüğü zamanlar da olurdu. Günlerin yıllara döndüğü zamanlar da. Ama hiç şikayet etmedim, şikayet etmedi yüreğim. Çünkü seni delicesine seviyordum ve bu sevgimle mutluydum. Özlemine zor da olsa katlanıyordum bir umutla.

Sen beyaz bulutlarla gelirdin, bembeyaz gelinlikler içinde. Hayran hayran bakardım sana. Sen gelince ardından gökkuşağı gelirdi. Gökkuşağına dönüşürdün rengarenk. Her renginde umutlarım vardı, hayallerim vardı. Canlı, cansız tüm varlıklar kıskanırdı güzelliğini... Sen, hayatıma kattığım canım, gözbebeğimdin. Ben de senin cançiçeğindim. Gözlerime dolan bulut, üzerime yağan yağmurdun sen. Toprağa saçtığım umudumdun. Havaydın, hayattın, suydun, sevgime bandığım gülaydınlığımdın, günaydınımdın...

Yıllar sonra şimdi yine bekliyorum seni, bir umutla. Ama artık azalan hatta tükenen bir umutla... Ömrümün bütün dilimlerine kar yağıyor şimdi. Kar da beyaz ama ben yine de direniyorum. Çıkıp gelmeni, üzerime yağmanı bekliyorum. Bir zemheri mevsimiydi ayazda bırakıp gitmiştin hayallerimi. Bak yine zemheri. Dağlara kar yağıyor ama sen yoksun. Sen yoksun, acılara özlem yağıyor... Bak, kar yağıyor üstüme, iliklerime dek üşüyorum. Yine de yüreğimde ateşler yakıyorum. Dönersen ellerini ısıtırsın diye...

Unutmuşum, içimdeki umutların beyazlığını... Unutmuşum mavi, yeşil, al renkleri... Ne zaman bir yağmur sesi duysam, ne zaman bir su sesi, içimde sevgiler kanar, pınarlar kanar benimle. Sonra sen gelir dökülürsün içime, sen gelir dökülürsün gözlerime, kirpiklerim dökülür yollara. Gülaydınlığın doğar üstüme. İşte o zaman dağ dağ özlem kesilirim, bulut bulut, hüzün hüzün..

Gel... Gel ki, sarı papatyalar açsın, kır gülleri, kır menekşeleri, kırkkanatlılar açsın. Yol alsın umuda nazlı cerenler, ceylanlar, karda boranda yolunu yitirenler. Gel can gelsin solmuş anılara. Boşalsın sicim sicim gözyaşları, ırmak olsun susuz kalmışlara; kardeş olsun dostluklara, yüreğimdeki merhamete... Gel... Gel ki, sevginle anlam bulsun duygular, gözlerimden toprağa düşen damlalar....

Gelmeni istiyorum biten umutları, yiten sevdaları diriltmen için, solan yaprakları yeşertmen için.

Tüm ümitlerin tükendiği anda çıkıp gelmeni, üzerime yağmanı bekliyorum. Bu sitemdir sanma. Bil ki, gelmezsen solup gideceğim, bitip tükeneceğim. Bir daha bir daha hiç bir mevsim açmayacağım çiçeklerimi, gülümsemeyeceğim gül yüzlü çocuklara, gül desenli baharlara, kırlara, ceylanlara... Gel! ...











Ah! Asrevya! ... Dağ Çiçeğim! - 1 -

Seni nadide bir çiçek gibi büyüttüm yüreğimin aynasında ah! Asrevya! ... Kem gözlerden korumak için. Hayatın bütün gizemini, doğanın bütün renklerini sende topladı yüreğim. Yüreğimdeki özlemlerle besledim tomurcuk çiçeğini, gözyaşımla suladım, sabırla bekledim kavuşacağımız günü! ...

Yıllar geçip gitti Asrevya! .... Gelmedin sen... Özlem çiçeğim büyüdükçe sığmadı yüreğe. Büyüdükçe rengarenk özlem kokulu çiçekler açtı, kokular saçtı yeryüzüne...

Gülüşünü özledim Ah! ..Asrevya! ... Dudaklarını, gözlerini, ellerini özledim, “seni seviyorum” demeni... Uzakları özledim Asrevya! ... Dağları, ormanları, suları, yıldızları özledim. El ele tutuştuğumuz günleri....

Şimdi kalkıp sana gelmek var Asrevya! ... Kavuşamayacağımı bile bile. Yine de her gün bir başka özlemle, bir başka umutla çıkıp yola, kavuşmak adına sana gelmek var....

Dikenli de olsa sevda yolları, kanasa da özlemler ve hasret olup aksa da gözucumda hayat. Yine de mutluyum, umutluyum seni aramak, sana kavuşmak adına! .. Seni sevmek adına… Hayal da olsa mutluyum Asrevya! ... …

Şimdi kalkıp sana gelmek var Asrevya! ... Kavuşamayacağımı bile bile. Uzaklar düşünce bir kez yüreğe, sen düşünce hayale, ruhumu zaptetmek mümkün müdür? ... Ki, gittiğim her yerde senden izler ararım, hiç bir yerde olmadığını bile bile. Olmadık zamanlarda aklıma düşersin, hüzünlenirim...

Dilimin ucuna her geldiğinde dilimi ısırırım, seni sevdiğimi haykırmamak için. Seni sevdiğimi yalnız sana haykırmak ve yalnız sana söylemek için bir gün kavuştuğumuzda.

Seni çok özlediğimi, seni çok sevdiğimi. Varsın kimse bilmesin...
Bilen biliyor ya, gören görüyor ya! Seven seviyor ya! Hasretin rengini ve kokusunu kıpkızıl bir gül gibi dünyaya salıyor ya her sabah yüreğim! Acılara umut dağıtıyor ya yüreğim! Yeter...
Varsın kimseler bilmesin...

Ah! Asrevya! ... Yaklaştıkça uzaklaşıyorsun, uzaklaştıkça yakınlaşıyorsun…
Anlıyorumki sana kavuşmak sonsuz bir hayal, yine de sevdamı yükleyip yüreğime, seni bulmak ve söylemek için seni sevdiğimi. her sabah yeniden düşerim yollara...

Şimdi her seher çıkıp dağlara ismini haykırmak geçiyor içimden yankılı kayalara...

İlan-ı aşk etmek geçiyor, özlemimi haykırmak geçiyor, dinlemeseler de beni! Duymasalar da!
“Ey dağlar, nehirler, bulutlar, insanlar duyduk- duymadık demeyin, ben onu seviyorum, özlüyorum” diye...

Ey benim yalnızlığımın adı, yalnızlığımın bitmeyen ışığı, sevdamın bitmeyen hasreti. Tükenmeyen hülyalarımın sahibi, yüreğimin canyoldaşı Asrevya! ... Beni sonsuz hasretlere gark eden ve mahkum kılan aşkına, azat etmeyen bir ömür… Bilki, bütün boşluklarını seninle doldurdum ömrümün…


“Gönül her zaman gelmeyeni beklermiş” sevdası saklı duran sevgiliyi. Gelmese de bir ömür beklenirmiş o sevgili…

Ah! Asrevya! ... Bil ki, sevda ateş de olsa bekleyeceğim... Hasretle yansam da acılara tebessüm edeceğim...Gökyüzünde güneşin bir sevda için doğduğunu, gülün bir sevda için koktuğunu biliyorum...... Söz verdim yüreğime ve yüreğimdeki sevdaya, yaşarsam aşk için yaşayacağım... Ölürsem aşk için öleceğim...

Seni ne zaman özleyip ansısam güzelleşiyor yeryüzü, gökyüzü daha mavileşiyor... Işık olup gözlerime doğuyor hayalin... Sevgiyi damıtıyor en derin yerinden gözlerim...

'Sen' kocaman bir dağsın Asrevya... 'Ben' küçücük bir tepe...'Ben' senin hayalinle büyüdüm 'Sen' benim yüreğimde...

Varsın neyler elem üflesin
sazlar vedâ
kemanlar cefâ
alevden kor olsun
yaksın sinemi geda…

varsın bir ömre bedel olsun aşk
her durakta seni bekleyeyim
bastırıp göğsüme acılarımı
bağrımı ateşlere verip
beklerim ben...

varsın yokuşa sürsün hayat
gün karanlığa dönsün
gözlerimde ay
ellerimde yıldızlar
bir buluta yükleyip hasretimi
beklerim ben

varsın marjinale çıksın adım
boynu bükük çiçekler gibi
eğip başımı önüme
hep ağlayayım...

varsın saçlarım özlem
sakalım hüzün koksun
karda, kışta,
soğukta, darda kalayım...

Yeterki, gelmesin ecel
dağ devrilmesin
beklerim ben
unutulmuş istasyonların
trenlerinde taşınan
kimselerin el sallamadığı
kimselerin karşılamadığı
yalnızlarımla...



















Ah! Asrevya! ... Dağ Çiçeğim! - 2 -

Düşlerim dağınık şimdi, kara bulutlar kümelenip durur usuma, acılar çöreklenip yüreğime yerden yere vurur beni olmadık zamanlarda. Ben seni sevdiğimden beri, ilmek ilmek hasret dokur gözlerim uzak yolların gergefine... Sevdiğimsin sen benim... Gelmesende beklediğimsin! ...

Ah! Asrevya! .. Dağçiçeğim, canımıngülü Asrevya. Yıldızım yitikse şimdi, doğmuyorsa ve ışımıyorsa gecelerime ay. Beni terkedip başka ufuklarda parlıyorsa ve almıyorsa kucağına bir vefalı dost gibi... Gelmiyorsa beklediğim bahar. Özlediğimde yanımda olmuyorsan eğer, uzaklar vuruyorsa acımasızca kalbime.
Ben yine de seni düşlüyorsam ışıl ışıl, özlüyorsam en karanlık gecelerde...

Tüm karanlıklara rağmen buğulu bir cama dayayıp alnımı hasretini çiziyorsam bulutlara, direniyorsam yaşama, direniyorsam onursuzluklara... Gücüm sensin... umudum sensin...

Bilki, kör kuyularda merdivensizde kalsam, yelkensiz de bıraksalar uçsuz bucaksız denizler ortasında, alıp gitselerde bütün umutlarımı uzak diyarlara, bütün duygularımı yerden yere vursalarda da yine beklerim seni...
Hiç gelmesen de en güzel şiirlerimi, düşlerimi, hayallerimi sana saklıyacağım...

Bu koca dünyada yanlızca senin beni sevmeni istedim... Senin sarmanı istedim... Yalnızca seni yazdım kaderime, seni aradım her yerde, seni çizdim bütün bulutlara, dağlara, ırmaklara. Her yıldıza sevgini haykırdım, nereye baktıysam seni özledim, seni gördüm...

Ölümüne sevdim seni Asrevya...Unutamam seni.. Hayatımdan silemem, çıkarıp atamam kalbimden...
Seni anmadığım gün dünya anlamsız, yaşam renksiz kalır, yitirir anlamını sevgiler, özlemler öksüz kalır...

Ayrılık kimi zaman bitimsiz bir özlem sızısı, derin bir bıçak yarası da olsa. Sonsuz bir acı verse de, sarı bir yaprak gibi rüzgarda sürüklenmeyi senin için seçmişim Ah Asrevya! .. Dağçiçeğim! ...

Bilki, tomurcuklar patlıyorsa dalında, her bahar sevgi gülleri açıyorsa gülşende, ey aşk, ey sevdiğim sensin sebep...

Sen benim bir ömür hasretini çektiğimsin, sevdiğimsin Asrevya! ... Gelmesende beklediğimsin! ...


Sende özledin mi beni bir gün bile olsa? ... Senin de yandı mı yüreğin benim için? Gelir diye bekledin mi yollara bakıp? ...
Her gece mavi bir özlem girdi mi koynuna? Yastığını ıslattı mı gözyaşların? .... Ağladın mı hiç bakıp bulutlara? ...

...../
Şimdi her gece bir tren kalkıyorsa gönlümün istasyonundan sana doğru, elim kalkmıyorsa ve sallayamıyorsam verdiğin mendili ardından. Gözyaşlarım ateş olup düşüyorsa ve hüzün olup yakıyorsa düştüğü yeri, sebep sensin ey dağ çiçeğim.... Asrevya! ...

Şimdi hücrelerdeysem, ölüme hüküm giyiyorsam her yargılandığım yerde, hüznün acılı ırmaklarında kalıyorsa hayallerim ve sonunda kırılıyorsa kalem. Bil ki sebep sensin ey aşk, ey sevgili.

Bilki ben sefilliği, garipliği, çölü, kimsesizliği, sahrayı, sahrada derviş olmayı, aşka mahkum olmayı, ölümü senin için seçmişim Dağ çiçeğim...

Ey rüzgarın dudaklarında türküler söylemeye doyamadığı Asrevya! ...
Ben yanlız ve bahtsız bir adamım...Tükendim artık... Tükendim ve yenildim...
Kahpeliklere, kalleşliklere, riyakarlıklara, onursuzluklara, zamana, hayata, kadere ve gururuma yenildim...

Kimsesizim şimdi, körkaranlıklardayım, yerim soğuk, suyum yok, ekmeğim yok… Ne bakacak pencerem ne görecek ışık var.. Zindanlardayım, ölüme mahkum… Kapılar kilitli, çıkacak anahtarım yok…


Gel Asrevya! ... İstersen sev beni! istersen kır! Acıt, ez, öğüt, paramparça et.
Gücüm yok tükendim artık! Çek ipimi! ..

Söyle, ne desem son sözüm sorulup, zülfün boynuma dolandığında, Söyle ne etsem, nereye gitsem...

Söyle, Ah! etsem delinir mi kara bağrım? Yaralı geyikleri kurtulur mu canevimin? Kavuşur mu ruhum huzura? ... Söyle Asrevya! ... Asrevya! ... Asrevya! ... Dağ çiçeğim...

Söyle, son sözüm sorulduğunda, tutar mı elimi aşk? Toplar mı yerlere savrulan hayallerimi? yaşatır mı anılarda?

Gücüm yok... Ah! ! ! Asrevya! ... Dağ çiçeğim... Yenildim! ..Tükendim artık! Çek ipimi öleyim...


Çek İpimi Öleyim Asrevya! ...

Küçüktüm
büyüdüm
yitirdim çocukluğumu
büyüdükçe ikiyüzlülüğü tanıdım
tanıdıkça yaralandım
yaralandıkça boğazıma düğümlendi hayat
anlatamam
yaşım kaç şimdi? ülkem neresi
sorma

Yanlış bir adreste gün tüketiyor ömrüm
durmadan yürüyorum sancılar saklı yüreğime.
ayaklar altında linç edilmiş bir hüzün benimkisi
öyle yalnız, gölgesiz, duldasız, düşsüz ve dilsiz
geçen trenler de almıyor beni

Ben yanlız ve bahtsız bir adamım Asrevya! ...
yüreğim yorgun, ben yorgun
her yangından yaralı çıktım
tükendim artık... Tükendim ve yenildim...
sevgisiz, duyarsız, umarsız bir dünyada
kumar oynadım hayatla, kaybettim.
cebim yok, param yok
nerde akşam, orda sabah
ben hep kaybettim
gelen aldattı
giden ağlattı

Yüreğim ah!
bir sen anlarsın beni
bir sen aldatmadın
bir de Asrevya! ...
düşperim
dağ yüreklim
güzeller güzeli Asrevya! ...

Bir düştü Asrevya! ...
bir rüzgar esti düştü dalımdan
kaldım sokaklarda yalnız başıma
bir daha kapım açılmadı sevgiye
ışıklar yanmadı içimde bir daha
bütün kapılar kapandı yüzüme
ağlayacak yerimde kalmadı

çok özledim Asrevya! ...
çek ipimi, öleyim
ben hep kaybettim

ömrümün yaz vaktidir
bu mevsimde sevmek
en çok bana yakışır
özlemek de..
ölmek de...

çek ipimi! ...
Çek ipimi öleyim Asrevya! ...





















Yüreğimi Rehin Tutuyorum Sana

Sana doğrultuyorum yönümü, yüreğimi… Saçlarımı okşayan rüzgarlara, dipteki acılara, çığ düşmüş yollara… Sensiz kalmayı kaldırmıyor yüreğim kar yüreklim, ölümüne özlüyorum seni. Hasretin yaktığı günlerle geçip gidiyor ömrüm.

Seninle bir sokak başında buluşmak, sarılmak, doyasıya kucaklamak istiyorum…
Ama sevgim ihanetlere yazılıyor, yetmiyor gücüm, yeniğim, çaresizim, acizim… Suya düşüyor anılar, ıslanıyor duygu tellerim, düzen tutmuyor saz… Yine de ümitliyim, yine de ümidimi yitirmeden yaşıyorum…

Ateşi sönmüş bir küldeyim, her yer karanlık; yalnız bırakılmış çöllere dönüyorum… Dön artık gittiğin diyarlardan ey sevgili… Yağmura hasret topraklar gibi çatlak çatlak dudaklarım. Çatlayan dudağım, susayan kalbim, gül kokan nefesine hasret…

Gel, özlemde gül damlıyor, gül’de özlem! .. Baktığım her kıyıda sevda kokuyor güller, ayrılıklar özlem kokuyor …
Gel, nisan yağmuru gibi yağ üzerime, söndür içimdeki ayrılık ateşini… Bil ki, sensiz hasretin ve acının yangınında kar yığını bir şarkıdır dudağımda zaman… Bil ki, sensiz bir yanı mecnundur kıyılarımın, bir yanı leyla… Bir yanı Yusuf’tur kuyularımın, bir yanı Züleyha… Gel, gel Allah aşkına bitsin bu hasret...

Ey sevgili aşk ehlinin sultanı, ey aşk iksiri, güzelliklerin yüreği, sevda mevsiminin en güzel iklimi gel artık. Yıllardır ki, yüreğimi sana rehin tutuyorum, sana saklıyorum içimin gizli yollarını.

Geniş ve yeşil çayırlar gibi seriyorum yüreğimi önüne ey kar gülüm, salkım söğütler gibi eğiyorum başımı önünde. Yürek tellerimde hasret ateşleri yakıp, yıllardır bu yangınla bekliyorum seni… Gel… Bir gün güneşin ardından, yağmuru içinden taşıyan bulutlar gibi gel çorak topraklarıma… Gel artık ey çölleri cennete çeviren gül-i RaNa… Bil ki, sabrımın son sınırındayım…

Özlemin doruklarındayım, bir kanat uzaklığında gökyüzü. Oysa sen çok uzaklarda bir yerdesin biliyorum… Belki İskoçya da, belki İngiltere de, belki hiç bir yerdesin… Elimi uzatsam dokunamam… Sesini özlesem duyamam… Bil ki, her gece rüyalarımda sana geliyorum, gel demesende…

Her gece gözyaşımın şiirini yazıyorum, içimin acıdığını, içimin kanadığını çiziyorum, seni ölesiye sevdiğimi, özlediğimi söylemek bir anlam taşır mı? Özlemin rengi var mı? sarı mı, yeşil mi, mavi mi, kırmızı mı özlemin rengi?

Her akşam bir şiirde kanarsa insanın kalbi, bin acı gelip saplanırsa yüreğine, çığ gibi büyürse yalnızlığı, artık ne teselli edebilir ki…



Nuri CAN










Gitme, Ben Sana Kalbimi Verdim

Sen bu dağların sevda türküsüsün bahar gözlüm, denizlerin mavisi, bulutların beyazısın. Çatlamış toprağın bağrına düşen bir damla su’sun. Ne zaman bahar gelse, yağmur yağmur çiçek açar gökyüzünde sesin.

Ben sonbaharın yorgun yanık türküsüyüm oysa, sarıya çalar rengim, rüzgarlar estikçe savurur gider yapraklarımı uzak diyarlara.
Sonbaharda kar yağar üzerime, üşür ömrüm. Yalnızlık kocaman bir dağ olup büyür gözlerimde. Gitme sevdamsın! Gidersen rotası belli olmayan gemiler alıp götürür umutlarımı ulaşamıyacağım yerlere...

Sen gülüşünde baharın ilk sevincini, gözlerinde göğün uçuk mavisini taşıyorsun! .. Baharın kokusudur yeryüzüne dağılan temiz nefesin. Yaşamak bir su gibi berrak yüzünün aydınlığında, bir köy türküsü gibi içli ve hilesiz dağçiçeğim...

Ben seni ozanca sevdim türkünakışlım, aybakışlım, sular gibi temiz, bir rüzgar gülü gibi hilesiz. Mehtabın güzelliği, yıldızların ışıltısısın sen karlı dağlarda, rüzgarların soluğu, güneşin dostluğusun. Umut, aşk ve alın terisin sen akalınlarda. Toprağa ekilen tohum, bahara söylenen aşkşarkısısın. Ceylan gözlerin sevinci, dudakların ıslığısın türkülü ırmaklarda... Gitme ne olur.

Gidersen, yaşamın acılı haritasında yaralı bir kalbin, adını bilmediğim çiçekleri kanar içimde her gece... Ay suskunlaşır, yıldızlar suskunlaşır, acılar suskunlaşır, yitirir sesini yaşayanlar da ölüler gibi... Suskunluğun trendinde kan kusar yürekler sensiz. Rüzgar da esmez artık buralarda, çiçekler de açmaz, herkes boynu bükük kalır bu şehirde, çekip gider mutluluklar... Gitme ne olur.

Bak hüznün zifiri saçları akıyor geceye, gecenin karanlığına karışıyor hüznüm... Lanetlenmiş yalnızlıklara ah ediyor kalbim. Her gün biraz daha büyüyor içimdeki kırgınlık... Gitme... Acılar içinde olsam da yaşamı çılgınca sevdim ben. Çılgınca sevdim bu dağları, bozkırları, güneşi. En çok seni sevdim dağçiçeğim, en çok seni sevdim... Gitme ne olur.

Yol türküleri kederlidir nazlım, yol türküleri dertli, yol türküleri acılı. Gidersen kar yağar istasyonlara, boynu bükük bakar ardından bütün akasyalar.

Gitme, bir güvercin sıçaklığı gibi kal yüreğimde. Ben ki sevdamı dağlı bir çiçek gibi göğsümüm üstünde taşıdım hep, namusumun akında. Ne zaman gözlerine baksam beyaz beyaz güvercinler kanat çırpar mavilere; Güller açar ne zaman ellerimi uzatsam saçlarına, serin serin eser yeller.

Bu sevdayı alıp gitme benden, alıp gitme mutluluğumu gözleri türkülü kuşum; içimdeki baharı öldürüp gitme, kimsiz, kimsesiz boynu bükük bırakma türkülerimi. Körpe bir dal gibi koparma sevinçlerimi yüreğimden ne olur... Gitme sevdamsın, ateşimsin, hasretimsin… Gitme ekmeğimsin sen, suyum, havamsın… Gitme, ben sana kalbimi verdim… Kalbimi de alıp gitme…


Gitme, figan düşer denizlere sular çekilir
yağmur yağmaz vahalardan kirpiklerime
bir rüzgar hıçkırır tenhada, bir dal kırılır
boynunu büker sabah kervanları kelebekler ölür

gitme
bir yıldız küser göğüne, içini çeker bir çocuk
şaşırır yönünü rüzgarlar
bütün pınarların suyu çekilir
solar nazlı çiçekleri kalbimin, üzülürüm

gitme
öksüz kalır içimdeki imge dağları
saçlarını öpen seher yeli, çoban yıldızı
bir daha turnalar geçmez, bülbüller ötmez
çiçekler açmaz bahçemde ah be gülüm

gitme
içimdeki bütün vagonlar devrilir
bir kar yağar istasyonlara, üşürüm

gitme
bütün ormanlar ateşe verilir
kuşlarda gider bu kent de, ölürüm

gitme kal
menevşeler açsın dağlarda
sevince dönüşsün gökyüzü
iki çığlık arasında bırakma beni ah gülüm
yokluğuna alışamam yokluğun ölüm











Ağladığımda Mendilim Ol


Sen canımdan öte can, damarımda kanımsın. Sevmeye, okşamaya kıyamadığım, yıllarca yüreğimde saklayıp, kimselere anlatamadığımsın...

Bilki sensiz uzak bir dağbaşı ıssızlığıyım, yoksan ürpertilerde tiril tirildir yapraklarım, seni özlemenin korkunç girdabında ve yönünü yitirmiş göçmen bir bulut olup her gece uçurumlara ağlarım...

Ağladığımda mendil, güldüğümde kahkaham, susadığımda su olmanı; uyuduğumda rüyalarıma girmeni, her sabah alnımdan öperek uyandırmanı istiyorum…

Dün yine gökyüzünün masmavi görkemi ve hayalini çizdiğim beyaz bulutlarının altında seni bekledim. Uzaklarda gülümseyen gökkuşağının renkleri içinde aradım seni, yoktun. Yokluğun, bir canavarın dişlerinde yüreğimi kemirip durdu. Yokluğun cehennemim oldu, yokluğun zifiri karanlığım, yokluğun zindanım oldu. Belki bir köşeden çıkıp gelirsin diye bütün gün seni düşleyip, gözlerim ufukta, kucağım dolu sevgi ve yüreğimde binbir umutla seni bekledim… Baharlar yeşertip hayallerimde, ölesiye bir özlemle bekledim seni, gelmedin... Seni ne kadar özlediğimi bilmiyorsun. Bilsen; dağları, tepeleri aşar, denizleri, ovaları devirip çıkar gelirdin...

İçim özleminle dolup taşıyor, özleminle tutuşuyor gönül bahçemin çiçekleri. Yüreğimin bütün bentleri paramparça şimdi. Söz geçiremiyorum yüreğime artık. Düşlerime de sığmıyorsun, büyüdükçe büyüyorsun yüreğimde günbegün …

Biz seninle bu dünyada hesapsız, çıkarsız, yalansız sevdik birbirimizi.. Yüreğimizin bembeyaz tuvaline maviyi fonlayarak ve aşkın kıpkızıl resmini çizerek aynalara; insanları, kuşları, dağları, çiçekleri, suları da öyle sevmiştik…

Biz seninle bütün engellere rağmen, bitmez tükenmez bir azimle sevginin doruğuna erişmek için tırmandık hayat yokuşunu. Ve bitip tükenmeyen bir aşkla sevdik yaşamı. Biz seninle uzak dağ başlarına yazdık umutlarımızı. Denizlere, dalgalara, fırtınalara, acılara, korkulara inat, uçurumlara yazdık sevdamızı. Biz seninle kanatları sevdalı iki güvercindik mavi göklerde. Kanat çırptıkça yükseldik, yükseldikçe sevdalara avcılar düştü peşimize.

Zamanın acımazsızlığına, aramızdaki mesafelere, etrafımızdaki çirkinliklere, günübirlik aşklara, saldırılara, satılık sevgilere rağmen; biz yine de yüreğimiz de hiç sönmeyen bir yangınla özledik birbirimizi, en kutsal aşkla sevdik, bekledik kirletmeden umutlarımızı...

Senden ayrılalı günlerin, ayların, yılların nasıl geçtiğini bilemez, hesabını tutamaz oldum. Her seher uyanınca dağların esen rüzgarlarına açıyorum penceremi, o ölümüne özlediğim bahar kokunu getirir diye. Bir nebze de olsa dindirir yada söndürür yüreğimdeki aşk ateşini...

Her gece menekşe rengi gözlerini demlerim hayalimde. İpek saçlarını, sevdalı gülüşlerini, inci dişlerini demlerim. Ne çok severdik yayla yollarında türküler söylemeyi seninle… Ellerimi avucunun içine alıp, başını göğsüme dayamayı. Şimdi her gece insana hayat veren ve yüreğime nakış nakış işledigim sevda sözlerin dolaşıyor kulaklarımda, paylaştığımız ümit dolu hayaller ayışığında…

Yılmak yoktu bizim için bu yolda. Ağlamak, sızlamak, geriye dönmek hiç yoktu. Zordu, çetindi bizim sevdamız ama her şeye ve çekilen tüm acılara değerdi. Sabır diyordun. Sabrı da, ümit etmeyi de senden öğrenmiştim. Senden öğrenmiştim sevmeyi, zorluklara karşı direnmeyi. Konuşurken insanın yüzüne dosdoğru, dürüst ve namuslu bakmayı… Merhameti, acımayı, insan gibi düşünmeyi senden öğrenmiştim. Senden öğrenmiştim sevdalara türkü yakmayı, dinine, rengine, ırkına bakmadan, insanlara insan gözüyle bakmayı…

Şimdi Ren nehrinin kıyısında dalgın bakışlarla dalıp dalıp gidiyorum uzaklara. Gökyüzü masmavi ve saatler yorgun bir su gibi akıp gidiyor gözlerimde.. Ufka, gökmavisinin kızılla birleştiği o ince sıcak ve yumuşak çizgiye bakıyorum. Bir kuş gelip konuyor saçlarıma, yüreğimi ipekten kanatlarına sarıp sana gönderiyorum...

Saatler su gibi akıp gidiyor. Bir gemi yanaşıyor kıyıya, inen yolcuları izliyorum, sen yoksun. “ Kahretsin! ”. diyorum.” Ne olur çıkıp gelse, sarılsa boynuma.” Bir gemi uzaklaşıyor limandan. Suların devinimleri akıyor gözlerimde, karışıp gidiyor uzaklara...

Seni düşünüyorum. Seni düşünmek gökyüzü olmak gibi bir şey bazen, ya da rotası belli olmayan bir gemiye binip, yeni iklimlere yelken açmak gibi. İnsan olmayan bir adada inip, Robinson gibi insansız bir yaşam kurmak istiyorum. Ve o adada bir ömür yalnız seni beklemek istiyorum...


Şunu bilmelisin ki, nerede olursam olayım, hangi iklimde kalırsam kalayım, vakti geldiğinde bir gün mutlaka, yüreğim alıp beni sana getirecektir. Ben buna bütün kalbimle inanıyorum, sen de inan bütün kalbinle. Hiç bir yol bilmesem de, gelmeye kalmasa da mecalim, çıkıp geleceğim inan... Bekle...


















Yağmur Saçlı Kız

Yağmur saçlı Kız unutma! bir tek seni sevdim ben, bir tek seni özledim... Sen benim ilham kaynağımdın, sevinç tomurcuğum, sevgi çağlayanım, hayat pınarımdın bir zamanlar... Bir zamanlar saçların bahçemin nazlı çiçeğiydi her dokundukça yeşeren, okşadıkça kokulu güller açan; doyamazdım bakmaya, dokunmaya kıyamazdım... Ellerimi tuttuğunda tanımsız bir sevinç kaplardı içimin denizlerini; gökyüzü benim olurdu, yeryüzü benim...

Yaşamak bir rüyaydı seninle Yağmur saçlı kız, en güzel rüya sendin. İlkbaharda gökkuşağım olurdun, yazmevsiminde yağmurum, sonbaharda rüzgarım, kışmevsiminde fırtınam olurdun, her halini severdim senin...

Seni görmediğim gün bir şeyler eksik gelirdi bana, yabancı kalırdım hayata. Hüzünlü ırmak kuşları gibi bekler dururdum bir kıyıda, sen gelir geçersin diye...

Ne güzeldi özlemin çiçeklerinde yağmur yağmur gülüşün, geçişin her sabah gülümseyerek kapımızın önünde; rüzgarın saçlarına vuruşu, fistanının savruluşu rüzgarda ne güzeldi...

Yazyağmurum olur ıslatırdın beni, güzgüneşim olur ısıtırdın. Düştüğüm her kuyuda gözlerindeki sevdalı imgeye tutunup çıkardım yeniden yeryüzüne, kirpiklerinde dinlenirdi ruhum...

Beyazlar içinde gelirdin her gelişinde, nazlı utangaç bir gülüş olurdu dudağında, yanağında dağ gülleri; nefesinde serin serin sevgi olurdu. Yasemin kokulu bir sevinçle süslenirdi gönlümüz, ay kokardı bakışların, oturup yıldızları seyrederdik saatlerce...

Şimdi geride kalan zaman dilimlerinde kare kare mutluluklar geçiyor gözlerimin önünde, korkular, tehtitler geçiyor... Ne zaman seninle buluşsak çabuk geçerdi zaman, kırmak isterdim dünyadaki bütün saatleri, zincire vurmak isterdim zamanı...

Korka korka buluşurduk kuytu yerlerde, sarılıp dururduk biribirimize, sadece gözlerimiz konuşurdu. Sonra ayrılırdık istemeye istemeye. Sorguya çekerlerdi seni, döverdi kardeşlerin, elimden bir şey gelmezdi. Gözyaşların gücüme giderdi, oturup ağlardım senin yerine...

Unutma! Bir tek seni sevdim ben, bir tek seni özledim bahar gülüşlüm... Derlerki, insan hayatında bir kez sever, bir kez aşık olur ama ben seni milyon kere sevdim hayatımda, milyon kere aşık oldum...

Şimdi buluştuğumuz yerden ne zaman geçsem içim burkulur, gözlerim durup durup dolar. Her esen yelde, yağan yağmurda, çağlayan ırmakta, uğuldayan ormanda senin kokunu duyarım çünkü...

Anladım ki, bütün iççekişler sevgililerine kavuşmayan sevdalıların hüzünlü gözlerinden gelirmiş, yaşamın kıyısında kırılmış tomurcuklardan...

Şimdi acılar simsiyah bir sarmaşık esrarıyla büyüyor bedenimde her gece, inciterek sarıyor yüreğimin yalnızlığını... Yokluğun bir rüzgardır şimdi eser gönlümün soğuk duvarlarına her gece. Gözyaşlarım yağmurlara karışır, yağmurlar gözyaşlarıma, düşer damla damla yitirilmiş sevda közlerine...

Hani hatırlar mısın? Masal güzeli nineciğin o akşam aşkımız için anlattığı masalı! Bu masalı her hatırladığımda yüreğim yanıyor yağmur saçlı kız...

Karlar Prensi İle Güneşin Kızı

“Karlar prensi güneşin kızına aşık olmuş. lakin birleşmelerine olanak yokmuş. biri soğuğun prensi biride ateşin kaynağı. karlar prensi birgün dayanamamış koşmuş sevgilisine ve kucaklamış onu. o andada eriyivermiş sevgilisinin kollarında. işte dünyaya ilk yağmur o zaman yağmış. bundan sonrada ne zaman yağmur yağsa güneş matem tutup ortadan kaybolurmuş. yağmur bitiminde ise gökkuşağı dünyanın bu en büyük aşkı anısına gökyüzünü sararmış boydan boyaaa...”

Özlem tek yönlü uzun bir yol işte Yağmur saçlı kız, gidipte dönüşü olmayan... Aklıma düştükçe bakışların, bir hüzün şarkısı kırılır kalbimde, ki, canıma batıyor kırıkları her defasında..
Hiç çiçeklenmiyor dallarım artık, meyve de vermiyor. Kalbimin batısında battı güneş, doğusunda ise güneş yok...

Ah yıllar ah! Şarkılardaki gibi her şeyi yıpratır, yorar, yaşlandırır ve alıp götürür bilinmeyen bir meçhule doğru...























Aşk Mevsimi

Bir rivayete göre derlerki “Deniz köpüğünden yaratılan Afrodit, bir gün sevgilisine vermek için beyaz gül toplarken parmağına diken batmış ve akan kan beyaz gülü kırmızıya dönüştürmüş”} Bu yüzden kırmızı gülün aşk anlamına geldiği söyleniyor.

Bir zamanlar herkes beyaz sevdalar yaşarken kan gülü renginde. Mühürlü sevdaların rengârenk gül desenleri çizilirdi yüreklere... Tutar her bahar bir kan gülü ve bir nergis çiçeği gönlünü sunardı kırlara dağlı çocuk gülücüğünde. Bir tutam serinlik vururdu bahçelere, yüreklere buğulanan sıcaklık vururdu! .... Esen seher yeli saçlarını okşardı usul usul nazlı bir kızın, şevkatli bir elin parmakları gibi...

Bir öpücük çiçeğiyle beraber kuşların sevinci bahar konarken saçlara, ışıl ışıl olurdu gözler.. Tutam tutam sevgi ışığı dolardı dörtbir tarafa, tutam tutam sevinç çığlığı olurdu kuş ötüşleri... Kan gülü olurdu bütün sevdalar, kanı yüreklere akardı sımsıcak... Ve hayaller renklenirdi nergis renginde hayata savrulan... Yürekler özlemin en deli kısrağı olurdu. Zaman dururdu, sadece gözler ve gönüller konuşurdu.

Ne zaman kırlara bahar gelse sevinci yaşardı kelebekler, çiçekten çiçeğe sevişirdi arılar. Dağlı çocuklar umudu kucaklardı bir yanda; bir yanda gelin gelin gelincikler öpüşürdü rüzgarda. Aydınlık dolardı her tarafa, gürül gürül sevdalara akardı dereler. Bir dağ pınarı gibi hayat kaynardı kanında yeni yetme sevdalıların. Tomurcuk tomurcuk fışkırırdı aşk Yüreklerinde. Alıp götürürdü duyguları serin serin esen seher yelleri uzak dağlar ötesine...

Ne zaman bahar gelse bir demet aşkçiçeği, bir demet süsen (sosın) kokusu yayılırdı sabahın yamaçlarına kıpkızıl. Gönüller bir tutam sümbül, bir kızıl gül olur yanardı incecik bir sevdanın doruğunda.Yağmurdan sonra ki, mis gibi kokan toprağın kokusu olurdu aşk, havanın tertemiz buğusu olurdu Munzur’un yeşil yaylalarında...

Aşk mevsimi geldiğinde sevgi rüzgârlarıyla dolardı yüreklerin yelkenleri, ırmaklara her baktığımızda bilinmedik huzur dolu denizlere açılırdı sandallar sevgi rüzgarlarıyla. Kalplerin ve ruhun en derinlerine ulaşılırdı aşkın varlığıyla... Tertemiz saf sevgilerden alarak gücünü ve kaynağını...

Herkesin herkese verecek bir şeyi bulunurdu mutlak her mevsim, ama aşk mevsimi geldiğinde herkes en değerlisi kalbini verirdi sevdiğine...

Her sabah uyandığımızda bir nergis öpücüklerini sunardı aşkın doruklarına, gökyüzüne sarı saçları savrulurdu dalga dalga. Umudun bahar gözlerinde çözülürdü yaşamın gizi, büyürdü damla damla pınarlarla. Ardında binlerce bahar çiçeği gözlerini açardı aydınlığa, sonsuza sevinirdi kırlar. En çok da aşk çiçeği Nergiz sevinirdi. (Narcissus) Aşk mevsimi geldiğinde...

Aşkçiçeği Nergis

Derlerki, (Nergis) “Narcissus, öyle heybetli ve güzelmiş ki, bakmaya dayanazmış kendine. Gün boyu ayna arşısına geçip kara gözlerini, incecik burnunu, dar kalçalarını, kıvırcık saçlarını seyreder dururmuş hayran hayran.

Bir gün ırmak kenarında gezinirken, sudaki yansımasına ilişmiş gözü. Uzanıp, iyice bakmak istemiş. Tam gördüğünde kendisini, dengesini kaybedip düşüvermiş ırmağa, kapılıp gitmiş suya.

Yeryüzünün en güzel insanının öldüğünü duyan Tanrı, unutulmaması için O'nu her bahar açan güzel kokulu bir çiçeğe dönüştürmüş, Narcissus, Aşkçiçeği nergis olmuş.”


Nuri CAN

.




Alıp Beni Yüreğine Götür

Ey gül-i RâNâ

Yine akşam oldu bak, senden kilometrelerce uzakta seni düşünüyorum… Sevinçlerini, kırgınlıklarını, o aydınlık gülücüğünü düşünüyorum… Aramızdaki mesafelere rağmen yanımda, canımdasın. İçimde yaşatıyorum seni, yüreğimin en derin yerinde… Unutma…

Sen benim bu dünyada biricik sevdiğim, beraberliğim, yalnızlığım, ışıltılı dünyamsın… Seni bir an unutsam yıkılır duvarlarım, her yer karanlık olur.
Bırak bir ömür yüreğim yüreğinde kalsın. Yüreğim, yüreğinde yansın…

Yüreğin en derinlerinden kopup gelen sınırsız bir sevgi seliyle sana gelmek, yüreğine sığınmak istiyorum. Gözbebeklerindeki kıvılcımların titreşimlerinden, sevdalı bir kıvılcım türküsü gibi kaybolmak ve anlamsız yaşadığım bu hayatta, yeniden kendimi bulmak istiyorum…

Seni her düşündüğümde güneşi ardında, yağmuru içinde taşıyan bulutlar gibi gelip girersin tepeme. Ve ben her sabah uzaklara bakarak sevgiden ışığını toplarım kalbimin içinde. Kalbin kalbimde menevişlenir her akşam…

Şimdi kalkıp sana gelsem, sarılıp uzansam yanına, saçlarını okşasam, dudaklarına dokunsam; tutup ellerini, yanan yüreğimin üstüne bastırsam. Hiç konuşmasam uyusam koynunda…

Her sabah uyandığımda, kuşlarla beraber uçsam bir turnanın gözünde, güneşe ulaşılmazlığı bilerek ve istiyerek yüreğinin soluğuna sığınsam…

Ey sevgili, Ey gül-i Rânâ, sevgin öyle doldurmuş ki yüreğimi, öyle incitiyorki içimi…Özlemin derin bir uçurum, bir kıyısında sen, bir kıyısında ben duruyorum… Sana ulaşmaya gücüm yok… Koştukça sana doğru uzaklaşıyorsun benden, yaklaşmak istedikçe uçurumlar büyüyor önümde. Yelkensiz olan sandalmızı kıyıya ulaştıramiyoruz...
Bilir misin ateşle suyun hikayesini? İşte biz seninle ateşle suyuz...

.../
“Ateş bir gün suyu görmüş yüce dağların ardında sevdalanmış onun deli dalgalarına. Hırçın hırçın kayalara vuruşuna, yüreğindeki duruluğa Demiş ki suya: Gel sevdalım ol, Hayatıma anlam veren mucizem ol... Su dayanamamış ateşin gözlerindeki sıcaklığa al demiş; Yüreğim sana armağan... Sarılmış ateşle su birbirlerine sıkıca, kopmamacasına... Zamanla su, buhar olmaya, ateş, kül olmaya başlamış. Ya kendisi yok olacakmış, ya aşkı... Baştan alınlarına yazılmış olan kaderi de yüreğindeki kederi de alıp gitmiş uzak diyarlara su... Ateş kızmış, ateş yakmış ormanları... Aramış suyu diyarlar boyu, günler boyu, geceler boyu Bir gün gelmiş, suya varmış yolu Bakmış o duru gözlerine suyun, biraz kırgın, biraz hırçın. Ve o an anlamış; aşkın bazen gitmek olduğunu. Ama gitmenin yitirmek olmadığını.... Ateş durmuş, susmuş, sönmüş aşkıyla. İşte o zamandan beridir ki: Ateş sudan, su ateşden kaçar olmuş.. Ateşin yüreğini sadece su, Suyun yüreğini Sadece ateş alır olmuş...”

Ey sevgili,Ey gül-i Rânâ seni sevmeseydim, ruhumu diyar diyar dolaştırıp, hicran rüzgarlarını durdurmanın, bulutları topraklara dökmenin başka yolu olur muydu? .. Başka yolu olur muydu? Her gece bir yıldız koparıp atabilir miydim koynuna? Güneşi alıp koyabilir miydim gözlerinin içine, dünyayı gözlerinle aydınlatmak için…

Ey gönlümdeki kızıl gül, Ey gül-i Rânâ, ey dalımdaki sünbül! Beni sevginden mahrum bırakma, tut ellerimden alıp beni yureğine götür, cennetine götür, cehennemine… Senden ne gelirse razıyım...














Menekşe Rengi Bir Çiçekti Sevdiğim Kız

Pınarların dilinden çiçeklere seslenir, kelebek kanatlarıyla süslerdi hayallerini her bahar Destina. Güzelliklerle, özlemlerle, umutla beslerdi yüreğini… Bütün acıları, umutsuzlukları dağ yelleriyle savururdu uzak çığırlara...

Yaşamın umut çiçeğiydi dağlarda Destina. Sabahın aydınlığı, karın lekesiz aklığıydı. Kar yağarken gökyüzüne bakıp sevinmeyi ondan öğrenmiştim, ondan öğrenmiştim acılara gülmeyi, sevinçlere ağlamayı, haksızlıklara karşı durmayı; Sevdikleri için ölmeyi gerektiğinde, yaşamı sevda bilmeyi, en umutsuz zamanlarda bile yüreğinde bir umut ışığı taşımayı ondan öğrenmiştim...

Seneler seneler eveldi. Rüzgarlar sevda türküleri söylerken dağların doruklarına, bir pınar başında tanımıştım onu. Rüzgarın dilindeki bütün türküleri beraber dinlemiştik yüreğimizin kulağıyla… Beraber ağlamıştık ayrıldığımızda iki sarmaşık çiçek gibi... Kavuştuğumuzda bütün dünya bizimle sevinirdi, ayrıldığımızda iki damla yaş olup süzülürdü hayatın uçurumlarına mutluluk... Gecelerce oturup yıldızlara sevda masalları anlatırdık, sevda türküleri yakardık çağlayanlara… Yıldızlar da ağlardı bizimle; ağladığımızda. Sevindiğimizde bizimle sevinirdi gecenin gözleri…

Koynumda ırmaklarla dolaşırken o uzak dağlarda, hayatla aramıza ölüm girdi. Alıp götürdü menekşe gözlü ceylan pınarımı. Bir nisan yağmuru gibi ıslandı gitti hayallerim. Sel sel oldum taşlara vurdum başımı. Yel yel oldum seherlere ağladım. Şimdi bir dağ yangını gibi her ellediğimde yüreğimi, anlamasamda, bir çiçek Zazaca döker yapraklarını kırlara. Zazaca ağlar menekşeler, kuşlar, ceylanlar, yıldızlar.. Bir kucak sevinç yaşamıştık beraber karlı munzur yaylalarında, dünyalar dolusu mutluluk. Şimdi gönlümde bir çağlayan gibi özlemi akıyor acılara her gece ve bir dağ yangını gibi her gün acısı birikiyor yüreğimin göllerinde.

Ey yavru bir kuş gibi düşlerimin arasından uçup gitti uçarı kız, yaşım on beş idi, yüz oldu, binyüz oldu, yaşlandım yaşamadan aşkı ve baharı. Farkında değilim şimdi, geçen günlerin, değişen mevsimlerin. Yağan karlar altında kaldı kalbim... Şimdi dağların ardında her bahar yıldızlara sevdalı bir çiçek açar, adı Destina. rengi Destina. kokusu Destina; bir kız geçer rüyalarımda uzak dağların başında, bakışı selvina, yakışı Selvina, gülüşü selvina, duruşu selvina. Ya ben nasıl ağlamam, ya ben nasıl! ..

Yüreğim kanayan bir duygu pınarı şimdi. Kurumayan ve her bahar daha da çağlayarak akan sevda denizlerine... Sen uyu dağlar kızı Destina. Canpınarım, gönülgözüm, dağçiçeğim sevdiceğim. Sen uyu o uzak yıldızların altında. Ağladığımı görme, duyma sesimi. Görürsen, duyarsan üzülürsün perişan halime, biliyorum… Ağlarsın, üzülürsen, dayanmaz buna güzel yüreğim...

Erişilmez uçurum diplerinde kaldı özlemlerim, yaralı ceylanlar sekiyor bakışlarımda şimdi. Tomurcuklar öksüz, serçeler dilsiz, her yağmur yağdığında boynu bükük bir çocuk üşüyor ve ben bu yağmurlar dolusu yalnızlığımla, bütün bulutlardan sana koşuyorum Destina....

Benki, hayalleri uzak dağ yollarında kalan işkilsiz çocuk. Munzurun başında ağlayan o nazlı çocuk Benim de hayallerim vardı bir zamanlar, tüm dağlı çocuklar gibi. Sevdalarım, sevinçlerim, korkularım vardı. Şimdi gittiğim her ülkede içimde kanayan özlemler gezdiririm, rüzgarlar estiririm ağaran saçlarımda. Kimse bilmez niye öyle suskun hüzünlü bakarım uzaklara, niye bükük durur boynum...

Ah yüreği dağlım. Yürekler boş bakışlar anlamıyor beni, bu uzak yerde her akşam vakti el ayak sesleri çekilirken caddelerden, vurup yüreğimi narlı sevdalara, yıldızlara ağladığımı kimse bilmiyor, kimse bilmiyor her gece dudağımda bir şiir’in kanadığını. Hasret ki, yolları kanamalı ağır bir hüzündür geçip giden günlerin terkisinde. Rüzgar koyaklarını yitirdi, sözcükler büyüsünü. Her mısrada çığlık çığlık yüreğim… Duyuyor musun? ...

Biliyorum artık gelmeyeceksin ama ben hala seni bekliyorum. Gelmiyorsun, sesinde gelmiyor artık, kokunda... Kelebekleri göç etti ömrümün. Sonbahar oldum yaprak yaprak, düşen her yaprakta içimde bir şeyler koptu, ismini haykırdım rüzgarlara ağlayarak, savruldum rüzgarlarla… Seni sevdiğimi bağırdım yıldızlara, özlediğimi….

Ne zaman bahar gelse uzak dağbaşlarına cerenler iner sulara, her pınar başında seni bulurum ceylanlara su verirken. Yüzünü, gözlerini, dudaklarını görürüm. Bir pınar başında su içen ceylanlar gibi usulca sokulup yanıma şiirler içirirsin seven yüreğime. Derin bir ah gibi özlemin düşer içime. Düştükce buğulanır gönül pencerem, buğulanır gözlerim, canpınarım, duygu bahçem, yüreğim... Bilirim, mutluluk benden çok uzaklarda bir yerde kaldı. Elimi uzatsam dokunamam, çağırsam duyuramam sesimi. Yoruldum yıllarca özlemini çekmekten, yürek vurgunu yaşamaktan, hayalini beklemekten… Bedenim, beynim, ellerim, gözlerim yoruldu. Yoruldum hayalini beklemekten yollarına düş işlemekten.

‘’Ölüm asude bahar ülkesidir bir rinde
gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter
ve serin serviler altında kalan kabrinde
her seher bir gül açar, her gece bülbül öter’’
Beyatlı
Menekşe rengi bir çiçekti sevdiğim kız
anadolu yaylalarında karanfil kokan
yanaklarında güneşin gül öpücükleri
dudaklarında hayatın nazlı gülücükleri
pınarlara her akşam aşk masalları anlatan

erguvan rengi bir çiçekti sevdiğim kız
munzur’un eteklerinde nergiz kokan
bakışı ayışığı yüklü bir ceylandı
Sevda ve gül işlerdi yüreklere
ipek saçlarında çayır çiçekleri
esmer alnında duygu gelincikleri
her gece yıldızları alıp koynuna yatan

bende sevmiştim ah deli gönlüm bende
hasret rengi bir çiçekti sevdiğim kız
gözlerinde dağların ilkyaz gülücükleri
dilinde sevdanın içli sözcükleri
saçlarında bahar yelleri eserdi
yaşamak bir şarkıya benzerdi dudaklarında
dünyanın bütün dillerini konuşan

bende sevmiştim ah ömrüm bende
kar rengi bir çiçekti sevdiğim kız
nefesinde dağgüllerinin kokuları
kalbinde sevdanın gizli korkuları
üşüyen yüreklere beyaz çiçekler sunardı her gece
türkü türkü seher yeliydi yüzü
şiir şiir ay güzeli
doğanın bütün renklerine yakışan

bende sevmiştim ah dostlarım bende
hayat rengi bir çiçekti sevdiğim kız
hala özlem kokuyor bir köşesinde anadolunun
hala sevda kokuyor uzaklarda sesizlikler içinde
kimselerin uğramadığı bir yerde
yıldızlara bakıp üşüyor her gece

şimdi güller gülümsemiyor artık,uzak dağbaşlarında
cerenler inmiyor sulara
derin uykuya dalmış gözlerinde sevdiğimin
nergizler uyanmıyor sabahlara
sarmıyor yaşamı maviler
sonsuz bir hüzün gibi devrildi düştü gecelere
bir hüzünki ne yazgılara sığar ne yıldızlara

Ya ben nasıl ağlamam dostlarım. Ya ben nasıl..















Yağmur Çiçeğim

Sen umudun sabahında dağ çiçekleri ve dağlara serilen sabah güneşi kadar güzeldin Yağmur Çiçeğim. Günaydınım, gülaydınlığımdın benim.

Seninle bir rüya gibiydi hayat. Ve biz o rüyada kuşlar gibi hafiftik. Yüreğimiz gökyüzü kadar engin, bulutlar kadar beyazdı. Her gözlerimi açtığımda, her kapattığımda seni görürdüm karşımda…

Ellerimi her uzattığımda ellerini bulurdum. Bütün güzellikleri, sevinçleri yalnız sende yaşardım. Sensiz hayatın ne kadar boş, anlamsız olduğunu, sensiz kalınca öğrendim Yağmur Çiçeğim…

Bir gün çekip gittin, her şeyimi kaybettim. Yaşama sevincimi, direncimi, gülüşümü, mutluluğumu, yaşama dair ne varsa hepsini kaybettim, her şeyim yerle bir oldu.... Uçurum başlarında, duvar diplerinde kaldım. Kimse aramadı, sormadı... Tut ellerimden alıp beni dağlara götür gönül güneşim. Üşüyorum... Üşüyorum... Güneşe ulaşılmazlığı bilerek soluğunun sıcaklığına sığınmak istiyorum. Sıcak yüreğine gereksinimim var... Biliyorum benden çok uzaklarada bir yerdesin, sana ulaşmaya gücüm yok...

Ey gönülçiçeğim... Ey ayışığım... Aytanem, nurtanem, birtanem... Sen olmadan nasıl bakarım gökyüzünün maviliğine. Nasıl bakarım engin denizlere, hayat bir dalgaysa eğer... Nasıl yürür sularda sandalım, rüzgarın olmadan, dolmadan iliklerime sevdanın iksiri, ufuklara nasıl açılabilirim...

Sen deniz olsan kanasan ben dalgan olurum
Kimsesiz kalsan ağlasan ben dünyan olurum
Sen ateş olsan yansan ben duman olurum
Bir ömür yüreğimde saklarım seni, unutma

Yağmur Çiçeğim, canımdın sen anlıyor musun? Ayışığımdın, her şeyimdin benim. Yaşamın adı, sevginin tadıydın. Seninle yaşadığımı hissediyordum ancak. Neye dokunsam sen olurdun, nereye baksam seni görürdüm aynalarda, ne yana dönsem sen dururdun karşımda. Aksın vururdu sulara...

Yanımda olduğun zamanlar dünyanın en mutlu insanı olurdum. Zamanın geçmesini asla istemezdim. Sensiz dakikalar yıl gibi uzar ve geçmek bilmezdi zaman. İsterdim ki, her an yanımda olasın. Her dakika gözlerinin derinliğinde yitip gideyim. Çünkü kendimi en mutlu, en güvende hisettiğim anlar, senin yanında olduğum anlardı...

Yüreğimdekileri her gece kağıtlara dokuyarak, her sabah seher yellerine okuyarak uzak çığırlara, uzak yollara savuruyorum şimdi...

Rüzgarsaçlım sende ansızın bir rüzgar gibi esip girmiştin gönlüme, rüzgarın savurduğu yapraklar gibi de çekip gittin ve her şey bitti. Şimdi yüreğim paramparça, hasretim çöl yangını, her ah çekişte tütüyor içim...

Sen gittin masal bitti, hayatla mücadele saflarımın hepsini kaybettim. Bu yalancı dünyada tek gerçeğim, tek yaşama nedenimdin… Tek dayanağım, yaşama kaynağımdın…
Karanlık bir uçurumun kenarında düştüm, düşeceğim şimdi. Hiç bir dayanağım, tutamağım kalmadı artık…

Aradan geçen bunca zaman, senden aldığım yaramı iyileştirmedi. Hala mutsuz, hala bedbaht ve sensizim…












Kanadı Kırık Turna

Sen gittin, ardından Sonbahar mevsimi geldi … Döküldü yapraklar birer birer, her biri bir tarafa savruldu… Kocaman ağaçlar beyaz kefen giyinip ağladı, döküldü anılar bir bir dallardan.... Sen gittin beni de alıp gitti sarı rüzgarlarıyla sonbahar, yaprak yaprak savurdu sokaklara, bir öksüz çocuk misali tek başıma kaldım kaldırımlarda… Kanadı kırık bir turnayım şimdi. Yorgunum, çok yorgun, içim dışım sonbahar...

Bedenim soğuk şimdi üşüyor dudaklarım, göğsüne düştü başım hüzünlü yılların, avuç avuç kimsesizlik yağıyor üzerime... Terkedilmiş cümlelerin satırlarında sonbahar alfabesine yazılıyor adım harf harf, satır satır içime dökülüyor yapraklar. Kimisi gül olup açıyor şiir şiir, kimisi diken olup batıyor yüreğime…

Ey sonbahar, gazellere yazılmış bir kırık öykü hayatım, sıradan ve anlamsız. Her gece üzerime yıldızlar serpiştiriyorum, anlamını bilmediğim ama acısını duyduğum karanlık duygular kaplıyor içimi...

Sen gittin, dilimi kanatan şiirler üşüşüyor parmak uçlarıma her gece, güz kanadında çıplak ayaklı bir çocuğum şimdi. İnceden bir sızı gibi hasret tutuşturuyor içimi. Yalnızlığın en orta yerinde öksüz ve yaralı., kaldırımlara saçıyorum yüreğimi her akşam.

Sen gittin, ardından Sonbahar geldi … Döküldü yapraklar birer birer her biri bir tarafa savruldu… Gözyaşlarımdan turnalar döküldü kaldırımlara, hıçkırıklara büründü gökyüzü, hangi atlasın, hangi sayfasına gittin bilinmez... Bütün mevsimler sonbahara ağıt yakıyor şimdi, hiç bir mevsim avutmuyor hicranımı.

Sen gittin, sonbahar yaprakları gibi şarkılar da dökülüp, dökülüp gitti ardından. Hani “Elveda bütün hatıralar”. 'Yine hazan mevsimi geldi, yine yapraklar rüzgarların peşi sıra gidecek' şarkılarını kimse söylemiyor artık. Hani “Hastayım, gönül hastasıyım/ gönül ilacımı bulamazsam ölürüm”. Masalındaki sevdalıları da kimse anımsamıyor artık.
Şimdi şarkılar, şiirler, masallarda hazan mevsiminin hüznü var, kimsesizliğimin hüznü…

Sen gittin, ardından Sonbahar mevsimi geldi … Döküldü yapraklar bir bir. Aradan yıllar geçti, göçüp gitti ömrümün vefalı turnaları. Anladım ki herkesin bir masalı var, her masalın bir sonu. Şimdi artık ne masallar kaldı ne de inanan masallara, ne seher yelleri yare selam götüren, ne de nazlı yardan haber getiren telli turnalar.

Bir kasırga gibi esiyor sonbahar rüzgarları. Şimdi zamanın ezen girdabında yapayalnız, sevgiye, güzel bir bakışa hasret, kuruyup gidiyor ömrüm. Ne zaman seni düşünsem kanadı kırık turna misali bükülür boynum…

Gittin, ömrümün bütün mevsimlerinde seni aradım, her giden yolcuya, her gelen yolcuya, esen rüzgarlara, yağan yağmurlara seni sordum...

Saydım tam bir ömür olmuş sen buralardan gideli, ben hala o duygulu, o hüzünlü, o yüreği kocaman utangaç çocuk…

Unutamam, çocukluk yıllarımın çiçeğisin sen... Adını Gül-i zar koyduğum...
Ben boynu bükük kanadı kırık Turna, bir ömür seni bekleyen…


“(*) Anadolu’da yaygın bir inanışa göre turnalar uğur,bereket ve refahın simgesi olan, kutsal hayvanlardır. Bu nedenle insanlar onlara ilişmez, yuvalarını bozmaz. Hele hele hiç kanını dökmez.
Bir söylenceye göre, turnalar tek eşlidir ve bazen yüz yıla kadar yaşadığı söylenen turna eğer eşi ölürse bir daha asla eşleşmez. Turnalar, sevgide bağlılık, dostlukta sebat ve sadâkat mânasına târif edebileceğimiz vefanın en güzel örneklerini teşkil ederler. Ayrıca dikkate değer bir bilgiye göre turnalar, yaşlanan ana ve babalarının da geçimlerini temin ederler. Alevi ve Bektaşi deyiş ve nefeslerinde de önemli bir yer tutar Turnalar.”

Nuri CAN

.





Ben Gönlümü Yalnızca Sana Sakladım

Şimdi Amsterdam'ın kalabalık sokaklarını arşınlayıp, duruyorum avare ve dalgın. Ama ben, bendine esir olmuş gibi, halâ Munzur'u düşünüyorum bunca yıldan sonra, Munzur’da seni…
Bil ki, bütün acılarını tattığım ve ihanetlerine alışamadığım bu metropollerde, bir yerim yok benim, hep dikenler üzerinde eğreti durdum...

Ah yüreği nakışlı sehergülüm! Ne çok severdik yayla yollarında türküler söylemeyi. Ne çok üşürdük yayla yollarında... Yüreğinde kocaman ateşler yakardın ellerimi ısıtmak için...
Şimdi üçler, beşler, seyitler aşkına usla yüreğimi. Usla ve bırak yaralı kalsın seven yanım... Gözlerimdeki yaşları topla, bırak çöl olsun kaderim... Bir kardelen aşkı kalsın içimde, bir de bu kahreden gurbet ezgisi... Gerisi Munzur aşkına ağlamak olsun, yalan olsun, yanmak olsun...

Gözlerin gözlerimde hangi pınarın mavisi, hangi ayın vurgunuydu mavi gecelerde ah nazlı maral? Umudun adresi var mı? Sevgiye nereden gidilir? Yitirdim adresini dostluğun, vefanın, aşkın. Bul beni… Her adımda ateşlere basıyorum, körler ülkesinde, körüm. Ben yaşamın adını sen koydum, senin adını sevda, sevdanın adını yaşam. Düşmüşüm, tut elimden kaldır beni, alıp sevdalara götür...

Sesin çağlayan bir ırmağın türküsüydü karlı dağlarda oy nazlı maral. Gülün boyun büküşüydü hasret bahçelerinde, ben gönlümü yalnızca sana sakladım yıllar boyu… Sev beni, sev beni ateşler içinde de olsan! … Düşmüşüm kaldır beni, yüreğine yaslanayım. Üçler, yediler, kırklar aşkına ah nazlı maral! ..

Canevimde büyüyen hasretimi yasladım da yıllara; uzak, çok uzak bir yıldızda kaldı düşlediğim dünya. Sonra uzun bir kar yağdı yollara, üşüdüm. Duman oldu, tufan oldu ömrüm, içimde dinmeyen fırtınalar, gece karası öfkeler kaldı yüreğimde ve ihanetlerin açtığı çukurlar, hesabını kimselere soramadığım…

Üstümde kar yangını, başımda gam, gönlüm rüzgarlara vurgun, yollar duman. Ateşler içinde dolanır kanım, yüreğim, sensiz kalan yanım. Sarıl bana üşüyorum, sarıl bana düşüyorum, nedenini sorma ne olur…
Zaman kör karanlık ve acımasız. Yıldızlara dönder yüzümü oy maral, lekesiz sabahlara dönder. Güneşe dönder yüzümü, şimdi soğuk bir kutup dünya, iliklerime dek üşüyorum. Kar altında kalbim şimdi, Munzur’un doruklarında gözlerim üşüyor, gözlerimin anadolusunda kirpiklerim. Mühür vuruldu yaralarıma oy maral maral…

Sarıl boynuma sıcak dostluğun ısıtır beni ancak, hilesiz sevgin ısıtır. Bunca yıldır gönlümü yalnızca sana sakladım. Sev beni üçler, beşler aşkına. Öyle uzak durma gel. Acılar uçurum, acılar uçurum, tut beni düşüyorum, üşüyorum ısıt beni.

Ey yarasında nehirler fışkıran kalbim, ey saksısında sevgiler büyüttüğüm kalbim, bak akşam oldu yine, kararıp kaldı düşlerim. Ah ben bu acıların hesabını kime soracağım? Kendimi anlatacak kadar vaktim de yok artık.

Aşka ve toprağa ahdımız var oy maral. Şiir serpin üzerime su yerine, sevgi serpin üşüyorum… Gel, yürek çatlağı bir ezgiye sar beni, gül yaprağı bir sevgiye sar ki, ölem. Gümbür gümbür bir yürek nasıl düşermiş toprağa, görsün dünya alem.

Elveda nazlı çiçek, elveda… Teyran çiçegi sana su veremem, koklayamam bir daha, okşayamam nazlı yapraklarını. Bağışla beni. Derin bir ah gibi sevdalar içinde tutuşan upuzun nehirler alsın beni ah maral. Tutmaya gücüm yetmiyor artık kalbimdeki soluğu. Turnamın göğsü yaralı, turnamın kanadı kırık, taşıyamaz gurbeti kanatlarında..

Bitmeyen bir hüznün kıskacında yaralı ezgilere tutsak kaldım, paramparça kaldım ortasında karanlığın, geçen trenler de almıyor beni, içimde tarifsiz kederler büyüyor. Toz toz oldum buralarda, duman duman. Gel gör ki, kan çanağı gözlerim, sesim gelmiyor oralara ah maral maral...











Munzur Sevdası

Ah Munzur bakışlı, ceren gözlü sevdiğim, sehergülüm. Yine sensiz akşam oldu bak..... Yine sensiz yeni bir güne başlayacağız uzaklarda, huzursuz, mutsuz ve bedbaht... Sen her sabah Munzur suyu olup akıyorsun düşlerime, yüreğime, ellerime, gözlerime...

Akışında aşk var biliyorum, sevda var, özlem var, umut, özgürlük, aydınlık ve çiçek çiçek, nakış nakış duygu var. Her akşam ovalara, ormanlara, dağlara, taşlara, çimenlere ve özlemlere işliyorsun güzelliğini. Munzur suyu sonsuza aktıkça, sen de akacaksın! Sürekli bir akışı vardır bu suyun. İsyan var akışında, bereket var, türkü var, sevda var, güzellik var. Yüzyıllardır serseri toprak altında sürekli bastırılan bir özgürlük aşkının çiçeği var; bir özgürlük aşkının tohumları gizlenir....

Yaşam sürdükçe bu akış devam edecek. Biz, Munzur'un ceren gözlü, ceylan bakışlı, yüreği rüzgar nakışlı güzel çocuklarıyız. Çevirip yüzümüzü gökyüzüne, her gece yıldızlara bakarız. Dağ çiçeği kızıllığında alınlarımız. Öyle dik, öyle mağrur. Her gece ay şavkır yamaçlara, avuçlarımız süsen (sosın) sarısı olur, bakışlarımız ay kokar…

Biz, Munzur'un Maral gözlü çocuklarıyız. Her sabah uzaklara bakarak yüreğimize sevgiden, özlemlerden ışıklar toplarız. Acılar yoklarız kalbimiz sularda menevişlenirken… Gittiğimiz yollarda ayak izlerimiz silinse de yurdumuz yüreğimizdir bizim. Nereye gidersek gidelim, nerede olursak olalım, bir gün döneceğimiz yer Munzur’dur yine...

Bizim sevgimiz katışıksız bir sevgidir. Törenlerden, gösterişlerden uzak… Munzur, kardeştir sevinçlerimize. Munzur, acılarımıza anadır. Munzur'u ve Munzur'da sevdayı düşününce, her seher yemyeşil yamaçlar, geniş çayırlar, pırıl pırıl sular, derin vadiler ve masmavi göklerin aydınlığı serilir içimizin koyaklarına…

Her tepeyi, her suyu, her çiçeği kalbimizle koklarız ve kalbimizle öperiz tek tek. Sonra karasevda olup göğsümüzun derinlerine düşer her parçası... Ve her ayrılışımızda gözyaşımızla sularız dereleri, ayrılık güllerini, bir sarmaşığın sevdasıyla sarılırız karlı doruklara, göğsümüzdeki ateşle…

Ey Munzur! Biz ki, onurunu onurumuz bilmişiz, yüreğini yüreğimiz, ahtını ahtımız, sevdanı sevdamız bellemişiz. Sen ki, zulümlerde bize kol kanat germişsin, saklamışsın bizi bağrında. Hüzünlerde hüznümüz, sevinçlerde şenliğimiz olmuşsun. Düğünlerde halayımız olmuş, dolmuşsun can evimize…

Ateş yakmayı, ısınmayı senden öğrenmişiz. Senden öğrenmişiz rüzgarın kaç dil bildiğini. Koşmayı, ağlamayı, sevmeyi, sevinmeyi, efkarlanmayı senden öğrenmişiz. İnsana insanca bakmayı, bağrındaki tüm canlılara saygı duymayı senin ululuğundan almışız…

Nerede olursak olalım, hangi fırtınalarda kalırsak kalalım, seni düşündüğümüz zaman ısınır içimizin mor türküleri. Bahar gelir gözlerimize… Munzur suyu olup akar yüreğimiz sevda nehirlerine. Özlemler büyür bir yanımızda dağ dağ, bir yanımız rüzgar olur eser nergis kokulu yaylalara. Ne varsa geçmişe dair canlanıp dikiliverir karşımıza...

Biliyorum, şimdi yine berraktır doruklarında gökyüzü. Belki eskisi gibi yaylalara çıkılmıyor. Kuşlar da çoktan göçüp gitmiştir uzak diyarlara. Ama ben yüreğimle, sevdamla, beynim ve hatıralarımla oradayım işte. Yüreğim, beynim, her şeyim orada duruyor.. Aynı yerde olmasam da, sevdamı dün gibi yakın yaşıyorum. Çocukluğum, ilk gençliğim orda seyrediyor....

Şimdi Amsterdam'ın kalabalık sokaklarını arşınlayıp, duruyorum avare ve dalgın. Ama ben, bendine esir olmuş gibi, halâ Munzur'u düşünüyorum… Munzur'un soğuk sularını, temiz havasını düşlüyorum. Bilirim ki Munzur; yaşamın, umudun, sevdanın, özgürlüğün farkına varma hesabıdır. Tanımayan, yaşamayan nerden bilsin Munzur'u! ..

Ben orada doğdum, orada büyüdüm. Sevdam, özgürlüğüm, dostluğum, içtenliğim, doğallığım oralıdır çünkü... Bilinsin ki, her bahar gelince ben yüreğimi Munzur suyuyla yıkarım, Munzur suyuyla beraber akar yüreğim dağlara, ovalara, denizlere… Ve dağ yelleriyle sararım başımı her bahar.
Bitmez bir rüyadır Munzur, her gece düşlerime giren ve her sabah hayaliyle uyandığım...

Ne zaman Munzur'u düşünsem ve de Munzur'da seni; siyahla beyaz, yeşille mavi, ağlamakla gülmek, yaşamla ölmek arasında kalırım… İnce bir sızı, özlemin hüznünü yüreğime bırakıp gider usulca…










Göz Islağında Yeşeren Umutlar

Çiy düşünce kınalı bir kızın saçlarına, sevda yelleri eser ılım ılım, yalım yalım kavurur yürekleri, savurur gül kokulu yaylalara. Çağlardan çağlara destanlar kuşanıp, türkü türkü izi kalır yollarda...

Akıp gider Munzur Suyu gürül gürül, göçer dost obalar ardında al ateşler yakarak ve bırakarak bir başka bahara umutlarını. Sevdanın kan kırmızısı rengine kar düşer, üşür dalında binlerce tomurcuk çiçek...

İşte o zaman ben, en görkemli bulutları çağırıp, en yürekli rüzgarlarla, uğul uğul uğuldarım. isyanlar doğurup fırtınalarda....

Sevdamız ki, Munzur'un doruklarından, tıpkı ipekten bir tül sarması gibi, seher yellerinden gelir ve eğilir bütün sevgilerin önünde. Zulümlerin önünde dimdik durur, başı dumanlı dağlar gibi başı eğiklere nispet…

Bahar geldi mi cemreler düşer toprağa. Göz ıslağında yeşerir umutlar, tomurcuklanır sevdaya bilenmiş yürekler... İsyan gülleri açar kızıl kor, onurun ve direncin doruklarında. Yükseldikçe yücelir kara sevdalı başlar, başı eğiklere nispet, başı dumanlı dağlar gibi. Yıldızlara ulaşır hür düşünceler ay alacası şafaklarda...

Bilirim her filiz bir hayattır bağrında, her hayat bir umut. Tıpkı, dağlı çocukların sonsuz güzelliği gibi. Çocukları vurulan anaların sonsuz acıları gibi. Sevgiyle, sabırla yüreğimizde mayalanan o karanfil tadı, yedeğimizde sabır ve aşkla taşıdığımız umuttur. Canımıza can katan kanımızdır; toprağa saçtığımız tohum. Gözlerimizde sakladığımız yağmur ve sevgimize bandığımız ekmeğimizdir, suyumuzdur…

Ne zaman içmeye eğilsem bir pınarın soğuk suyunu, köz köz olur tutuşur su. Rüzgarın saçları ateş olup düşer dağların doruklarına. Yanaklarım ateş keser, çatlar dudaklarım... Boyun büker Munzur’un tüm menekşeleri, sümbülleri, sehergülleri, laleleri…

Boyun büker seher bakışlı gelinleri, tomurcuk göğüslü kızları, yüzü kederli anaları… Birikir gözyaşları damla damla dünyanın gözlerinde ve damla damla akar yeryüzünün yanan yüreğine… Bana da ezgilerden nakış dokumak kalır çile çiçeklerine. Boynumu bükmek kalır Munzur aşkına...

Ne zaman gözlerim dalıp gitse uzaklara; bir süsen, yapraklarını serer önüme. Savrulur ipek saçları dalga dalga gökyüzüne. Uzanıp alnımdan öper bir anne, oturup hasretin avlusunda ağıtlar yakar. Rüzgar uğultuları çarpar şakaklarıma. Bir sevda türküsü kulaklarıma süzülür uzak yayla yollarında, gittikçe mahzunlaşır yüreğim. Susar o an bütün sular, kuş, rüzgar, börtü-böcek ne varsa.

Ne zaman yanık bir türkü duysam tutuşur yüreğim, döner başım, savrulurum güz yaprakları gibi. Düşerim kaldırımlara, kimse aldırmaz, kimse kaldırmaz beni, gelip geçer üstümden ihanetler, gelip geçer üstümden hüzünler. Çöken karanlıklar umudumu, sönen hayaller hayatımı çekip götürür. Bil ki, yıldızlardan yol yapıyorum kendime her gece, köprüler kuruyorum sana kavuşmak için, yüzüm sana dönük ey yurdum, kınalı yarim, sehergülüm…

Azad eyle beni, ey yediler, kırklar adına ve aşkına azad eyle. Yüreği yüzünde gezen ve gözyaşları ayazda üşüyen dağlı bir çocuğum ben. Ateşe tut ki, yüreğimi, ısınsın. Beni severse sen seversin ancak, sen anlarsın Munzur bakışlı çiçeğim…
.











Sonbahar Rüzgarları

Ne zaman sonbahar gelse, sarı sarı yapraklar düşse dalından ve sürüklense rüzgarın önünde bir yaprak. Ne kadar ısıtırsa ısıtsın dağları, ovaları güneş; ne kadar sıcak ve parlak olursa olsun gökyüzü, üşürüm, ürperirim içimden! .. Üstüme üstüme yürür hüzünlü güz günleri...

Bilirim ki, acılardır yüreğimde yankılanan ve içimdeki sevdadır acı veren her andığımda yurdumu. Şimdi her zamankinden daha yorgun ve çaresizim. Her zamankinden daha çok muhtacım sana anlıyor musun? Özlemin içimde ateş olup yaksa da, vucudum buzlar içindeymiş gibi titriyorum! .. Dışarıda kırk derece sıcak var, insanlar serinlemek için habire sulara koşuyor ama ben kar altındaymışım gibi titriyorum, üşüyorum. Anlıyorum ki, beni hiç bir şey ısıtamayacak senin kollarından ve sıcak sevginden başka...

Ne zaman sonbahar gelse, dağ doruklarında insanın içini ürperten rüzgarların uğultusunda hayatın bana küs ıslığını duyarım! ... İçime dalga dalga yayılır yokluğun, rüzgarda dalları kırılmış bir ağacın hüznü gibi suskun dururum. Bedenim sızlar, yüreğim titrer... Anlatamam kimseye yüreğimden geçenleri... Kendini anlatamamak ne kadar da acıdır bilir misin? En çok da ona yanar yıkılır insan... Kim bilebilirki, ben bütün acı çekenlerin yazgısıyım, bütün kimsesizlerin dostu, bütün yalnızların yoldaşıyım... Yüreklerdeki sarı sonbahar; Gözlerdeki yeşilin ardına gizlenmiş hüzünlü güz günüyüm...

Hayatımız ki, bir damla aşk iksiri kırık kadehlerde yudumladığımız, bir damla su; Bir tutam şiir, volkanlar kadar dağlayıcı ve kor! ... Şimdi yüreğimin en derinlerinden kopup gelen sınırsız bir sevgi seliyle sana gelmeyi, yüreğinin en sıcak yerine sığınıp kaybolmayı ne kadar çok istiyorum. Ne kadar istiyorum gözbebeklerindeki kıvılcımların titreşimlerinden bir aşk türküsü gibi çakıp ve anlamsız yaşadığım bu hayattan kurtulup, yeniden bulmayı kendimi gözlerinde....

Ne zaman güz günleri gelse sararır yeşeren umutlarım! ... Hoyrat rüzgarlarla savrulur dallarım, bir yağrağımı daha kaybederim ömrümün sevgi çınarından...
Ömrüm gizli bir yara da olsa yüreğimde ve savrulan bir sonbahar yaprağına da yazılı olsa adım; Ben yine de mehtabın kollarında yeniyetme sevdalar tomurcuklanırken bahara, sarmalıydım seni; Dingin derin ırmaklar akarken hasrete, bütün yalnızlıkları yıkmalıydım gözlerinin içine baktığımda. Tuttuğumda yumuşacık beyaz ellerini, unutmalıydım bütün acılarımı! .. Kadehlerde aşk iksiri yudumlanırken doya doya içmeliydim dudaklarını.. Bütün karanfiller güller solmalıydı bahçelerde, yüreğimizde tomurcuk tomurcuk sevda açarken! ...

Şimdi gecenin geç bir vakti. Sicim gibi yağmur yağıyor kaldırımlara, yağmurdan kaçıp herkesin evine sığındığı bir saatte, ben evden çıkıp, sahipsiz bir sokak kedisi gibi sırılsıklam boş kalan sokaklarda dolaşıyorum avare avare. Gecenin zifiri karanlığı üstüme üstüme geliyor, şimşekler çakıyor, boşanırcasına ağlıyor gökyüzü ama yağan yağmurlar yüreğimin yangınını söndüremiyor.. Denizler nehirler de ağlıyor, ben ağlıyorum, inadına sokaklara boşanıyor gözlerim. Gözyaşlarım sağanak sağanak karışıp gidiyor sulara.. Ellerim üşüyor, üşüyen ellerimi alıp yanan yüreğimin üstüne bastırıyorum. Dinmiyor küçülmüyor acım...

Fırtınalı bir gecenin kör karanlığında bir başına ıpıssız sokaklarda yürümek ne kadar zordur. Hele tutunacak bir dalı kalmamışsa insanın bu dünyada ve gidilecek bir yeri de yoksa. Hayatın anlamsız girdabında debelenmek, anlamsızlığın boşluğunda kalakalmak, bir başka ölümdür aslında insan için.

Her sonbahar geldiğinde ben ayrılıkları yaşarım. Elvedaları, yalnızlıkları, özlemleri, solgun kırık beklemeleri; Bir de adı konmayan iç çekişleri, korkuları, uzak ve dalgın bakışları akan sulara, hıçkırıkları...

Ve yüreği buğulu sevdalı aşıkları düşünürüm her sonbahar geldiğinde. Pişmanlıkları, kalpte gizli kalan sırları ve kalpte gizli kalıp bir ömür kanayan yaraları, suskunlukları, ayrılıkları, sınırları, gurbet de ölüp gidenleri...

Ne zaman sonbahar gelse unuturum içimdeki mavinin çağrışımını, beyazın ışığını, baştan aşağı acıya keser bedenim. Gülmeyi unuturum ne kadar zorlarsam zorlayayım kendimi, gülemem. Anlarımki, benim yüreğimde ağlıyor gözlerimle beraber... Şu uzak diyarlarda hüzün ve acı sızı sızı dokunuyor gönlümün en derin gergefine. Karanlık bir dehlizde yolunu bulmaya çalışan şaşkın bir yolcuyum sanki. İçimdeki deli rüzgarlar alıp buralardan çok uzaklara götürüyor beni. Çocukluğumun ve ilk gençliğimin geçtiği kıyılara savuruyor ruhumdaki özlemleri...

Hayatımın inciten, acıtan yanını sığdıramıyorum hiç bir coğrafyaya. Bilincimi kaybetmek istiyorum, hatırlamamak geçmişimi ve unutmak bütün ihanetleri. Üşümek ve düşmek istiyorum derin bir uçurumun kenarından. Ölüm etrafımda durmadan dans ediyor biliyorum. Bir gün hiç beklenmedik bir yerde vuracak beni. Korkmuyorum, ölüm kıyafetimi giyiyorum hergün üstüme. Hayallerimin düştüğü yerde düşeceğim. Gözlerimde fer, dizlerimde derman kalmayacak. Vurgun yemiş dallar gibi düşeceğim yerlere, bir daha hiç kalkmayacağım.

Geldi hazân, Yine hüzün, Yine gam

Cümbüş kırık, neyzen suskun, ney suskun
geldi hazân, yine hüzün, yine gam
şarkı suskun, meyhan suskun, mey suskun
geldi hazân, yine hüzün, yine gam
gönüllere elem konuk her akşam...

Hicran dilsiz, yaş gözsüz, mevsimler güz
şair suskun, şiir suskun, tar sözsüz
yine boyun büktü akşamlar öksüz
geldi hazan, yine efkar, yine ah-u zar
yine hasret, yine gurbet ah leyli yar
bir ince sızı düşer sineye her akşam

Bülbülü bir güle zar eylemişler
dünyayı sevene dar eylemişler
sevdayı göğsüme nar eylemişler
geldi hazân, yine hüsran, yine figan
yine hicran, yine giryan, yine efgân
bir ince sızıdır nereye baksam

Rüzgar hicran inler gönül secdede
nağmeler aşkı kanar her hecede
ay küser bir efkâr basar gecede
geldi hazan, yine hüsran, yine efgân
yine sürgün, yine firgat, yine figan
bir kara dumandır iner her akşam

Felek ki, demirden örmüş ağını
ceylanlar aşk için yakmış dağını
gazeller savurmuş gönül bağını
geldi hazân, yine hüzün,yine giryan
yan ey gönül dermansız derdine yan

bak yine çöktü efkar her yer karardı
bahçe gazel döktü yaprak sarardı
her sokak başını bir elem sardı
geldi hazân, yine hüzün, yine gam
yine sürgün, yine giryan, yine hicran
bir ince sızıdır nereye baksam

Tipi bize, boran bize, kar bize
feryat bize, figan bize, zar bize
hicran bize, fizan bize, har bize
yine firgat, yine gurbet, yine hasret ey Ozan
dinmez bir sızıdır yüreğinde ne yapsan
gönüllere elem konuk her akşam

Bahçe mahsun, gül mahsun, gönül hicran
bülbül zar-ı figan, zar-ı fizan, zar-ı efgân
ey vah yine hicrân, yine giryân, yine hüsran, yine gam
ince bir duman gibi geçip gidiyor zaman
yan ey gönül dermansız derdine yan

Geldi hazân, yine hicran,yine hüsran, yine giryân bana düştü ah! ..
yine firgat, yine feryat,yine figan, yine efgân cana düştü ah! ....
attı felek, her birimiz bir yana düştü
ince bir duman gibi geçip gidiyor zaman
yan ey gönül yan, şimdi dermansız derdine yan

hüzünlere yazılmış bir ömür bizimkisi neylersin
ah! leyli yar...
kış geldi, yine tipi, yine boran, yine duman
yine her gece kalbimize yağıyor kar...


Nuri CAN
.




Ay Gülüm
Kapımızda nöbet tutuyor ölüm

Diyecektim ki gülüm;
Mevsim hazan mevsimi, mevsim gözyaşı mevsimi... Mevsim ayrılık mevsimi. Tarifsiz bir hüznün sarmalındayız. Anlatılması zor, ifadesi güç. Fikirler tel tel, şehra şehra düşünceler, duygular buruk buruk....
Bir yanı bahardır kıyılarımızın bir yanı cehennem.
Durmadan gözyaşı dökülüyor yüreğimizin üstüne. Acıdan, ayrılıktan haritalar ekleniyor alnımızın çizgilerine...

Sararan yapraklar tutunamıyor artık dallarda gülüm! Rüzgar estikçe savrulup gidiyor her biri bir yana. Katar katar turnalar göçüp gidiyor üstümüzden...

Diyecektim ki gülüm;
mevsim hazan mevsimi, mevsim hüzün mevsimi, har düşmüş bağlara, bahçelere. Yapraklar üşüyor, yapraklar düşüyor dalından. Turna göçü gibi yapraklarında göçü başladı gülüm! ...

Diyecektim ki gülüm;
mevsim hazan mevsimi, mevsim kıran mevsimi. Her taraf ölümlerle acılarla dolu. Kan gölüne döndü dünya. Dört bir tarafta barut kokuları geliyor. Her tarafta savaş, kan gözyaşı var. Her tarafta bir kaos sürüyor... Bu yüzden karalar giydik gülüm! . Utandık insanlığımızdan! .
Bacakları kopan çocukların feryatları doluyor yüreklerimize. Çığlıkları, çocukları ölen anaların. Hiç bu kadar sahipsiz, hiç bu kadar umutsuz, bu kadar çaresiz kalmamıştı yüreğimiz.

Gerçeklerle hayallerin karıştığı, rüyalar şehri İstanbul’da bombalar patlıyor durmadan. Özlemler, hayaller ıstırap veriyor artık... Her ah! çekişte içimiz titriyor... Derin bir ah gibi sızlıyor yüreğimiz... Yüreğimiz parça.parça..
Güvercinlerin öldürüldüğü, defnelerin sessizce ağladığı günlerdeyiz gülüm! ...

Diyecektim ki gülüm;
Çiçektir çocuklar: Bakım ister, özen, özveri, güven ve sabır ister, açmak için çiçeklerini bahara... Hepsinden önemlisi şefkat, sabır ve sevgi ister... Sulanmak ister sevgi pınarlarıyla... Tomurcuk tomurcuk açmak için dünyaya çiçeklerini... Sevgisizlikle solmamak için yaprak yaprak...

Diyecektim ki gülüm;
Bahçedir çocuklar:. Tohumdur ekilir, sürer filiz filiz.. Umudu besler bağrında. Emek ister, bakım ister... Büyür, olgunlaşır, sevgi meyvesi verir; sevinçle koklar ve tadarsın. Karşılık beklenmez, verdiğini alırsın...

Diyecektim ki gülüm;
Yüreklerimizi yıllardır sıcak ve hillesiz bir sevgiye kilitleyip, umutla,özlemle geleceğe dair apak düşler kurduk. Güneşli, aydınlık, güzel günlerin özlemini çektik. Belki biraz yorgun, belki durgun, ama yine de umutlu, yine de mutlu, sevgiyi işleyip mavilere, bütün yollara, dallara, dağlara gül yazdık.
Sevgiyi, umudu, güveni, dostluğu, barışı, özgürlüğü, mutluluğu ve bunların getireceği güzellikleri bekledik ölümüne...

Diyecektim ki gülüm;
Geleceksin diye bütün yollara gül döktük. Güvercinler uçurduk mavilere.
Sevgiyi,dostluğu, barışı, baharı, sevinci getireceksin diye dağlara, ovalara, denizlere. Bunca çirkinliklerin içinde güzelliği, saflığı, temizliği getireceksin diye kirlenmiş hayatımıza, yıldızlara haber saldık...

Diyecektim ki gülüm;
Yaşamak güzel... Yaşamak bir çiçek gibi, dört mevsim güzel kokular saçıyor üzerimize... Sevgiyle bakıyor herkes biribirine, sevgiyle sarılıyor... Kinler, düşmanlıklar, kötülükler Kaf Dağı’nın ötesine sürülmüş...

Diyecektim ki gülüm; Gel!
Yorulduk yollarına gül döküp beklemekten. Ey ömrümüzün taze gülü, ey gözleri öksüzümüz, her hazan bir gül getirip yüreğimize bırak ki, sevdamızın ateşiyle yakalım saçlarını yeryüzünün...

Diyecektim ki gülüm;
Herşeye rağmen yüreğinde bin umut taşıyor çocuklar gelecek baharlara...
Dünyanın dört bir tarafında barış ve umut şarkıları söylüyor... Özgürlük ve mutluluk şarkıları söylüyor çocuklar, diyecektim...

Ama diyemedim, diyemedik gülüm! ...
Kapımızda nöbet tutuyor ölüm...












Benimde Hayallerim Vardı

Benimde hayallerim vardı bir zamanlar, ümitlerim vardı herkesin olduğu gibi. Mutluluk düşleri saklamıştım kalbime. Büyüyünce hep güzel günlerin geleceğini hayal ederdim kendi hayatımın kahramanı olarak. Aşka, sevgiye, dostluğa, mutluluğa yürüyecektim küçücük adımlarla kendi hesabıma...

Benimde hayallerim vardı bir zamanlar herkesin olduğu gibi. Sevdalarım, sevinçlerim vardı. bir güvercin sıcaklığı taşırdım çocuk yüreğimde hep. Dağlı çocuklarla pınarlara, esip geçen rüzgarlara güler geçerdim. En çok kuşları, çiçekleri, beyaz yeleli atları ve menekşe gözlü bir kızı severdim. Güller açardı ne zaman ellerimi uzatsam ellerine. Serin serin yeller eserdi saçlarımda...

Benimde hayallerim vardı sizin olduğu gibi. Kendime göre küçük bir yuva kuracaktım, Neşesiyle güleceğim, hüznüyle hüzünleneceğim ve beni en iyi anlayacak bir eşim olacaktı. Doğacak çocuklarımlarımla sorunsuz yaşayacaktım. Mutlu yaşayıp, hiç üzülmeyecektim hep gülecektim. Kin, nefret, intikam, yalan olmayacaktı benim hanemde. Strese girmeyecek, kırılmayacaktım, kırmayacaktım kimseyi...

Bir dünyam olacaktı küçücük, herkesin içinde dost olduğu, dostça geçindiği. Mutlu, küçücük bir dünya. Herkesin biribirini kardeşçe sevdiği...
...../
Hayat bir türküdür sanardım dağ eteklerinde söylenen, güneş atarken karşı yamaçlara ve gülerken pınarlara kırmızı benekli çiçekler. Hayat bir türküdür sanardım, dağ rüzgarlarının çocuklara söylediği her seher vakti.

Benimde hayallerim vardı bir zamanlar, ümitlerim vardı sizin olduğu kadar. Hayallerdeki gibi sanardım yaşamı, oyunlardaki gibi. Hani bir pınar başında kurulan düşler yada çocukken oynanan oyunlar gibi. Nasıl ki, size rolünüz biçiliyorsa ve siz buna bütün yeteneğiniz, gücünüz ve azminizle sarılıp oyununuzu ve size verilen rolü başarıyla bitirmek istiyorsanız.

Oysa hiçte öyle olmadı, hiçte öyle değil yaşamında acımasızlığın farkına varanlar için. Anladım ki, insan olmak, insan kalmak başlı başına bir eziyet. Vefası yok bu nankör zamanın, ayağın kaymayıp bir kere düşmeyi gör, her yerden bir darbe gelir.

Hayatta kazandıklarımdan çok kaybettiklerim oldu. Kazandıklarım bir dal yaprak, kaybettiklerim koca bir ormandı. Ne geldiyse başıma iyi niyetliliğimden, sevmekten, dürüstlükten, olduğum gibi görünmekten geldi. Ama kendimden utanmadım hiç bir zaman, başı dik gezdim gezdiğim yerde. Kırmadım kırdılar, üzmedim üzdüler. Hayatta edindiğim o kadar çok yaram var ki anlatamam.

Kimsenin bilmediği, düşünmediği, anlamadığı bir yarayla kanıyorum şimdi. Ama hiç bir acı, ihanetin acısı kadar acı vermiyor insana. Kırdılar artık en kötüsü. Kırıldık ve kırılanda artık yerine konmuyor. İnsanın yüreğinde açılan yaralar kolay kapanmıyor. Asıl yaşamımdaki, rolüm benim için zor, ağır ve kahredici…


Öyle bir ateş yakıyor ki içimi... Sevince uzanan bütün yollar kapalı... Sevdasına yandığım dünyada, içinde suskun volkanlar taşıyan bir derviş gibi boynu bükük geziyorum gönül ülkemi her gece...

Hayallerim vardı benim de sizin gibi, umutlarım vardı benim de. Suya düştü hepsi. Şimdi acılar toplayan bir huma kuşuyum bu vefasız dünyada.
Kimseye soru sormuyorum artık, cevapta vermiyorum...
Gül döküp yaralarıma susuyorum öylece...
















Dili Tutulmuş Gecelere Hapsettim Yüreğimi

Yüreğine kustuğum metropol bir kentin merkezindeyim, anlıyamadığım ömrümün gelip geçen dökümüne yaslıyarak yüreğimi, bir hesap çıkarmaya çalışıyorum...
Biliyorum ihanet bir zaman diliminin ince çizgisinden gelip yuvalanır insanın yüreğine, yıkık duvarların sokağında tortu bırakarak ve kirleterek beyaz bulutları birer birer...

Buralarda sılaya da uzağım gurbete de, kendime de uzağım yalnızlığa da... Ağrılar dolanıp duruyor boynuma...
Soluk resimler gibi duruyor aynalarda yüzüm, gitgide yabancılaşıyorum kendime, yaşama, dünyaya... İnsanların bu kadar onursuz davranışları, sahtekarlıkları, yalanları burkuyor içimi. Üşümüş çocuk gözlerindeki ürperti gibi kalıyor bakışlarım...

Düşündükçe anlamsızlaşıyor gözümde dünya, hayat, sevgi, aşk ne varsa...
Bazen aklıma düştükçe geldiğim yerler, kanadı kırık sevgilere hapsoluyor özlemim. Oysa bilirim ki kanadı kırık hiç bir kuş uçamaz.

Kırgınlıklar kolay iyileşmeyen yaralardır biliyorum ve ben en çok kendime kırgınım...
Epeydir hiç resim yapmıyorum, şiir de yazmıyorum. Kendime kızgınlığımı resimden ve şiirden alıyorum... Acıyıp duruyor yüreğim, ömrümün susuz kalmış, solmuş ve rüzgarda savrulmuş gönül çiçeklerine...

Yaşamayı da bıraktım aslında, yaşıyor muyum ölü müyüm? Yoksa yaşayan ölü müyüm pek belli değil, kapandım içime git gide...

İçimde çağlayan suların sesi duyulmuyor ne yapsam dışardan... Yanında geçtiğim bütün çiçekler kuruyor... Yerlere dökülen yapraklar savrulup gidiyor rüzgarla içimi acıtarak... Kırgın gülücüklerin kıyısında kar rengi bir susuş oluyor günler dudaklarımda...








Hazan mevsimi hüzün mevsimi

Gönlümde sonbahar rüzgarları esiyor ey hayat

Her sonbahar gelişinde dökülür yapraklar birer birer, her biri bir tarafa savrulur… “Hazan mevsimi, doğanın da ölüm mevsimidir” derler… “Elveda zamanı, hüzün mevsimi, ayrılık mevsimidir” derler. Oysa ben mevsimler içerisinde en çok sonbaharı severdim bir zamanlar. Uçurum kenarlarında açan sarı sarı çiçekleri bir de çiçekler arasında. Düşme tehlikesiyle de olsa uzanıp kokusunu içime çekerdim yudum yudum, nefes nefes... Hayatın bütün derinliğini, dinginliğini, gizini orada ve onlarda bulurdum...

Dalından ayrı düşen her yaprağın hüznünü yaşıyorum şimdi ey hayat! Sararmış, gazel olmuş, solmuş ve rüzgarın önünde savrulan yaprakların hüznünü… Gönlümde sonbahar rüzgarları esiyor, şarkılar daha bir içli çalıyor şimdi, gönlüm yorgun, gönlüm küs, gönlüm suskun... Boğazımda düğüm düğüm hasret, bulut bulut gözlerimde çakıyor şimşekler...

Gurbetten gurbete savrulan insanların iç acısını duyuyorum içimde her sonbahar gelince... İçimden kopan her duygu kırıntısı yüreğime batıyor...

Yapraklar gibiyim ben de ey hayat, her sonbaharın gelişiyle beraber bende sonbaharı yaşıyorum, sonunda ilkbaharın müjdesi olsa da... İlkbaharda çayırlar yeniden yeşillenip, ağaçlar filiz sürse de, çiçekler yeniden süslese de dağları, kırları, ovaları. Ben hep güzdeyim...

Her baktığımda soluk sarı yapraklar gibi duruyor aynalardaki yüzüm, içim, dışım sonbahar ey hayat. Bütün anılar yaprak yaprak sokaklara dökülmüş. Kardan bir kefenle kocaman bir dağ gibi gelip oturmuş göğsümün üzerine hüzün... Yorgunum, çok yorgun, vefasız dünyanın ihaneti bitirdi beni...

Bilirim ne yapsamda bir sonbahar yaprağına yazgılıyım, değiştiremiyorum yazgımı... Acılara, hüzünlere, sevdalara, sararmış yaprakların rüzgardan savruluşuna yazılmış adım neylersin. Terkedilmiş evlerin hanelerine, yıpranmış defterlerin sayfalarına yazılmış adım...

Bilirim sonbaharların sarı kaderine yazılmış sonu hazin küçük bir öyküyüm ben, kimselerin açıp okumadığı bir kitapta; üzerine hüzün tozları serpilmiş kederli gecelerin sonbahar rüzgarlarıdır belki de; bütün bu yaşadıklarım... Ki, sonbahar yaprakları gibi dökülüp, dökülüp savrulup gidiyor ömrüm elimden...

Yalnızlığın en derin uçurumuna yaslanmış kalmışım yangın yüreğimle ey hayat. Sonunda gücüm tükenip düşeceğim belki ya da kendi yüreğimden taşınıp gideceğim kimsenin bilmediği, ulaşamadığı, uğramadığı bir yüreğe...

Varsın karanlık geceler yokluğuma ağıt yaksın, sahte sevgilerle avutsun hicranımı zaman...

Yıllardır ki, yaşamın uğramadığı mezarlıklar gibiyim, içime binlerce ölü gömülü. Dolaşıp duruyorum ağaçların dökülmüş yaprakları arasında, sonbaharın sarı soluk yüzüne sürüyorum yüzümü yaprak yaprak... Ağaçlara baktıkça nedenini bilmediğim ama acısını duyduğum sararmış hüzünler kaplıyor içimi.

Bilmem bu kaçıncı çığlığımdır ey hayat, sesimi duyuramadığın. Bilmem bu kaçıncı imdat...

Şimdi vurulmuş bir kuş kanadı gibi duygularım, sığınacağım dal da yok. Yıpranmış, paralanmış eski bir giysi gibi duruyor üzerimde ömrüm... Her ihanet onulmaz bir yara açtı yüreğimde, ne yapsam durmuyor kanama...

İçimin yaşayan sevinçli yanını öldürdüler ey hayat, hüzne bulandı her yanım, ben ki sevinç rüzgarları doluydum bir zamanlar sevgi dağlarında, sevgi eserdim gece gündüz yüreklere, yüreklerden dağlara, ormanlara, sokaklara. Şimdi ihanetin kara bulutları kaplamış göğümü, güneşli günlere hasretim ey hayat...

Ellerine kapanıyorum şimdi, anla beni, al beni... Bir sonbahar yaprağı gibi bekletme son yaprakta. Bırak alıp götürsün beni sarı yapraklarıyla sonbahar rüzgarları, yapraklar gibi savurup savurup götürsün uzaklara...

Bir varmış bir yokmuş diye başlar bütün masallar. Ellerim soğuk şimdi üşüyorum, bedenim,dudaklarım buza dönmüş...

Yokumsa beni ey hayat, doğmamış gibi...Sayki hiç yaşamadım, tatmadım, acıyı, ihaneti. Masalım da olmadı sonu mutlulukla biten. Gökten üç elma düşmesini beklemiyorum artık, yorgunum ey hayat, yorgun...









Uçurumlardan Atamadığım Kalbime

İnsanların ne kadar kötü olduğunu görmek beni hiç
şaşırtmıyor, fakat bu yüzden hiç utanmadıklarını
görünce hayretler içinde kalıyorum.
(Goethe)

Yaşam yanıbaşımdan akıp gidiyor ve ben bir türlü yetişemiyorum. Yüreğimde buruk bir acıyla bakakalıyorum ardından.
Anılardan kırıntılar var hatırımda, anlamsız ucuz zamanlara dair. Oysa anlamı olan bir şeyler arıyorum geçmişimde... Anlamı olan bir şeyler girsin istiyorum hayatıma...

Hayatın bir yerinde bir fotoğrafa girmeye zorluyorum kendimi. Ama hep kenarda kalıyorum. Ben mi seçiyorum orayı hep? Yoksa onlar mı bana uygun görüyor, kestiremiyorum? Hep orada, yalanın, üçkağıdın, ikiyüzlülüğün, yalakacılığın olmadığı yerde kalıyorum. Hep kenarı uygun görüyorlar bana. Ortaları yalancılar, yağcılar, onursuzlar, üçkağıtçılar kapıyor...

Gözlerime bakıpta asıl utanması gerekenler utanmıyor ey hayat, ben utanıyorum onların yerine, utanmazlıklarından ruhum daralıyor, yüreğim inciniyor. Bazen çevremden, her şeyden kaçıp kurtulmak istiyorum. Hayatın bu kirli sahnesinde insanın iğrençliği tiksindiriyor beni.

Biliyorum ben iyi bir oyuncu değilim, kıvıramıyorum, kavrayamıyorum senaryoyu. Hayat yalancıyı,onursuzu, kıvıranı seviyor neylersin. Oyunun içinde aşağılık rolünü iyi oynayanı seviyor. Yüreğiyle değil, beyniyle oynayanı seviyor.
Aldatmanın, aldatılmaktan daha makbule geçtiği bir zamandayız ey hayat, bu yüzden hep aldatıldım...

Oyunun adını bulmaya çalışıyorum, anlamaya çabalıyorum senaryosunu. Sevdiklerimin gözlerine bakıyorum, sevmediklerimin. Beni seviyor görünenlerin gözlerine bakıyorum, sevmeyenlerin. (Keşfettiklerim) bulduklarım, anladıklarım ürkütüyor beni. Ürküyorum hayattan ve hayatın rölünü iyi oynayan utanmaz haytalardan...

Çevremdekilere bakıyorum mertlik, dürüstlük denen kavramlar çoğuna yakışmıyor. Küçücük çıkarlar uğruna böyle ucuz duygusuz yaşayabiliyorlar. Bazen baban, kardeşin bile ucuz çıkarlar için seni satabiliyor... Olsun, ilk kez yaşamıyorum hayal kırıklığını, ilk kez yaşamıyorum ihaneti. Çocukluğumdan biliyorum ki, uzak dağbaşlarında yaralara merhem yerine tütün basarak ayakta durabiliyor çobanlar...

Ey yüksek uçurumlardan atamadığım kalbim, kanayan ve hiç kapanmayan bir yaraydı bıraktığın ömrüme. Bu yüzden acıyıp dururyor yüreğim, ömrümün susuz kalmış çiçeklerine... Uzlaşmasız kopuyor ilişkiler, parçalanan bulutlar gibi dumanlanıyor gözlerim. Anılar üşüşüyor belleğime, hüzünleniyorum, efkarlanıyorum, üzülüyorum...

Ne çok kırıldım, ne çok şey yaşadım hayatın bu kirli sahnesinde. Sancılarla örülmüş bir ömürden geliyorum ey hayat, acılarla örülmüş bir ömürden... Kırgınlıklar kolay iyileşmeyen yaralardır biliyorum... Kalbime batan hançerin sapını tutan el önemli değil artık! Nasılsa en büyük darbeyi insan yakınlarından yer.
Bir gün akşam olur elbet biter ömür, sızılar kalır geride. Bir de yüreğimde şiir kırıkları.
Anladım ki, iki kere iki dört etmiyor her zaman.

ah! kalbim
ah! duyarlı yanım
ortak oynanan bir oyunmu hayat?
herkesin kendisini oynadığı
yalnız bir tragedyayım ben
maskesiz, seyircisiz
her gece uykuya yatmış bir dağ gibi kederli

kirpiklerini sulara dökmüş bir çiçeğim
silahsızım kuşları vurulmuş bir gökyüzünde
bir kar çölü ıssızlığıyım, durgun bir gölün sessisliği
her gece bir ateşdağına tırmanıyorum
bir kahır dağına
hiç bir yol çıkmıyor umuda
kalbimi iki buzdağının arasına koyup uyuyorum
bir başka bahara açmak için çiçeklerimi

gel yürek sıcağı bir ezgiyle ört üstümü gülüm
‘ örtki ölem’

*’Erzincan ağzı’


Nuri CAN

.


Yüreğimi İncitiyor İhanetler

Dudağımda güz türküleri birikiyor, şiirler dökülüyor kaldırımlara sonbahar seslerinden. Ürküyorum…
Oysa mevsim bahar mevsimi, gül mevsimi, umut mevsimi. Göç etmiş hüzünler, acılar, başka alemlere. Çiçekler selam gönderiyor yeni yetme sevdalara…

Ama ben sevinemiyorum, bütün ihanetler iz bırakıyor yüreğimde… Mutsuzum, kalabalıklar içinde yalnız ve avuntusuz, hiç bir neden derinliğimi doldurmuyor… Hep bir yerlere gitmeleri özlüyorum… Özledikçe ıssızda kendini arayan ve kanayan dervişler gibiyim…

Renkleri solmuş güz yapraklarıyla saklıyorum yüzümü, inadına kimsesiz sözcüklerle yürüyorum. İnadına kesmiyorum saçımı sakalımı… Yabancı bir ülkenin sokaklarında hayatı adımlarken, üzgün kuşlar üşüşüyor saçlarıma. Soğuk, ıssız ve eğreti bir gülüşle hayatı anlamdırmaya çalışıyorum, olmuyor…

Bütün acılar eskise de yerine yeni acılar yeşeriyor. Yağmur yağıyor sokaklara, yüreğime gözlerim yağıyor, ıslanıyor duygular… İnsanlardan ve küçük hesaplardan anlamıyorum. Anlamak da istemiyorum. Bazen öfkeleniyorum iki yüzlü, içtenliğini yitirmiş dostluklardan, çıkarcı ilişkilerden kaçıp kurtulmak istiyorum…
Rüzgar esiyor, üşüyor gözlerim… Herkes kendi acısını taşıyor yarınlara. Kimse dönüp bakmıyor yureğimdeki acıya…

Yıldızlı geceler kayboldu artık. Kirli düşünceler, onursuz davranışlar, insanın yüreğini incitiyor. Her ihanet kan oluyor ciğerime… İnsanların kirlenmiş nehirlere benzediği bir iklimde temiz ve onurlu kalmak ne kadar da zor. Nereye gittimse kahpe ilişkiler kesmiş yol başlarını, ne yana döndüysem ihanet…

Susmanın sınırını tüketiyorum artık. Haykırmak geliyor içimden var gücümle, tüm kahpeliklere. Tiksindiriyor beni ucuz çıkar ilişkileri… Durmadan bir öfke büyüyor içimde, bunalıyorum bazen, hiç bir tarafta esmiyor rüzgar, çağıltısı uzak düşüyor suların. Anlıyorum ki, ben bu çağın insanı değilim…

Günlerim hep tek düze geçiyor, alabildiğine boş ve anlamsız. Bir incinmişlik alıp gözlerimi benden taa uzaklara götürüyor.
İnsanı ve kahpeliklerini iyi tanıyorum artık, kirli, aşağılık şeyleri unutmuyorum. Bir ihanet gününde ikiyüzlülük hançeri nasıl saplanır yüreğe onu ögrendim, ögrendim bir ihanet ne kadar kırar insanı…Bir ihanet faslında bir bıçak ne kadar işler kalbe biliyorum artık…

Uykularıma acılar sızıyor, içim sızlıyor, küle dönüyor, karabasan oluyor rüyalarım. Düşündükçe yabancılaşıyor duygularım. Öfkeleniyorum…

Unutmak istiyorum gördüğüm bütün ihanetleri, acıları unutmak istiyorum… Unutmak istiyorum bana edilen bütün kötülükleri, haksızlıkları. Ama kırgınlıklar kolay iyileşmiyen yaralardır, her anışta kanar içimiz, hele de yakınımızda duranlarsa ihanet eden…

Ama yinede insan umudunu terketmeden, dişiyle, tırnağıyla mücadele edip, tüm acılara ve ihanetlere rağmen, inadına, inadına yaşamalı diyorum…

Darda Kaldım

Derler ki insan bir kez ölür
ben bin kez öldüm yaşarken
elimde kalbimin kırıkları

ekmeğim yok diyen herkese
ekmeğimi verdim
sevgisiz kaldım diyen herkese
sevgimi
kimsesiz, ekmeksiz, sevgisiz kaldım...

insan oğlu nankör
insan oğlu hain
vefa yalandır balam
dostluk yalan
yaşamak yalan
boşa gitti emeğim, alınterim, ekmeğim.

derler ki insan bir kez ölür
ben bin kez öldüm yaşarken

bir umut gönder ay balam
bir düş
bir ses
bir ışık
bir nefes
darda kaldım...









Bir Hasret Mektubu
(iki gözüm)

Bilirim ki aşkın bahçesinden bir gül koklayan, şeyda bülbül olurmuş. Bilirim ki aşkın pınarından bir damla içen, ömrünce sarhoş gezermiş. Bilirim ki kavuşmak olmasa sevdalılar, ağlayı ağlayı kör olurmuş.

Biliyor musun, iki gözüm; bugün ayın kaçı? Hangi mevsimdeyiz? Bahar mı, kış mı, sonbahar mı, yaz mı; inan farkında değilim. Sıla ne yana düşer, gurbet ne yanda? Nerdeyim, nasılım? Bilmiyorum.

Derdim, kederim ne? Biliyor musun yanıtını? ... Neşemi, sevimcimi, yaşama gücümü yitirdim. O coşkulu, mutlu, umutlu günlerimi ne de çok özlüyorum. Öylesine bir özlem ki bu; ne sen sor, ne ben söyleyeyim. Sevdiklerim, özlediklerim ve bana dost olanların her biri başka bir yerde; hiç birine kavuşamıyorum.

Dalları fırtınada kopmuş bir ağaç gibiyiz iki gözüm. Her dalımız bir sınır boyunda, her yaprağımız bir ülkeye savrulmuş. Bir yanımız vizeli, bir yanımız kaçak. Çocukluğumu, ilk gençliğimi, geçmişimi, memleketimi velhasıl eskiye ait herşeyimi nasıl özlüyorum biliyor musun? Özümü özlüyorum, özümü.....Kendim olabilmeyi, sözümde durmak için verdiğim çabayı, kendime dürüst olmak için kendimle olan mücadelemi, özümle barışık yaşamayı özlüyorum. En iyi sen bilirsin, bir huyumu terk etmek için sarf ettiğim gayreti. Doğaya, insanlara, hayvanlara, çocuklara olan sevgimi, tutkumu ve yüreğimdeki ateşi, dimağımdaki tadı da en iyi sen bilirsin.

Zaman geçiyor, hayat geçiyor, ömrümde akşam çanları çalmaya başladı bile. İnsanın mutlulukları, heyecanları, hayatı, yaşadıkları geride kalıyor iki gözüm. Bizim gibileri yıllar geçtikçe daha bir duygusallaşıyor. Toplumların gittikçe bencilleştiği, duyarsızlaştığı dünyamızda olup bitenler beni hüzünlendiriyor. Acaba bu durumun bilincinde ve farkında olan çevremizde kaç insan var? Binbir düşünce üşüşüyor beynime. Anılarla, özlemlerle boğuşmak beni yıpratıyor. İç acısıyla dolu, yaralı, bin yerinden vurgun yemiş bir gönülle acılara karşı umarsız olmaya çalışıyorum ama olmuyor. Belki bir gün son bulacak ufuklarda solar hüznümüz. Hala bir şeyler bekleyerek bulutsu bir sise gömülüyor her şey.

Şimdi ise, gülmek-ağlamak arası monoton bir hayatın girdabında kaldım. Üzerime ölü toprağı serpilmiş gibi. Silkinip çıkamıyorum. Gün ışığına, suya hasret bitkiler gibi tatsız ve tuzsuzum. İşte şimdi böyle bir insan oldum iki gözüm. Gayesiz ve huysuz. Evden sokağa her çıkışımda, penceremden dışarı her bakışımda, karabasan gibi çöken sis ve karanlık dokunuyor bana. Oysa ışık umut, umutsa hayat demektir. Ben mi o ışığı yitirdim, yoksa o ışık mı beni; bilmiyorum.

Nedense hep geçmişe bir özlem duygusu büyüyor içimde... İşte böyle iki gözüm. Hangi gündeyiz? Bugün ayın kaçı? Hangi mevsimdeyiz? Bilmiyorum. Bilsem de, benim için artık hiç bir önemi yok..........

Uzun yıllar önce sevdamı yüreğime yükleyip geldiğim bu yabancı ülkede, koynunda volkanları taşıyan bir dağ gibi sustum. Suskunluğumu delicesine haykırmak isterken, içime ağuları akıttım ve öylece sustum. Kara bir diken gibi yuttum ve içime yığılıp öğlece kalakaldım. İçimdeki yangını, yüreğimdeki yarayı, gözlerimdeki damlayı sorma. Hasretlere dayayıp başımı, hüzünle geçip giden günlere, gecelere döndüm sırtımı iki gözüm. Yorgun, yetim ve yaralı. Gönlümün duvarına kocaman bir sevda resmi çizdim, bir de ateş yaktım ocağıma dağ gibi.Ki, okyanuslar söndüremez.

İnsanlar, var olalı beri kabullenmiş sevdayı. Herkes kendi sevdasının Mecnunu; kendi hasretinin delisi olmuş. Kendi hikayesini, kendi sevdasını en büyük sanmış ve saymış; büyütmüş yüreğinde dağ dağ. Sabır sabır beyninin gergefine işlemiş. Benim sevdam da benim için dünyanın en büyük, en kutsal sevdası....

Ben ki, sevdanın çöllerinde ayrılıkların en büyük hasretini çektim Leyla ‘mın. Ferhat oldum dağları deldim. Kerem oldum yaktım kendimi. Pir Sultan oldum asıldım, Nesimi oldum yüzüldüm. Kavuşmak için gönlümü yollara düşürdüm. Horlandım, ezildim, hakaretlere, işkencelere maruz kaldım.

Yüreğimdeki yangını, gözlerimdeki hicranı sorma iki gözüm. Acılarımı kimsesizliğime yükleyip, uzayıp giden yollara düştüm. Yorgun, yetim ve yaralı. Aşık oldum, yaktım kendimi. İçimde bin yangınla çıktım yola. Sevgilime şiirler yazmak, şarkılar bestelemek, türküler yakmak en büyük ibadetimdi. Kavuşmak ise en inanılmaz hayalim.

Bilirim ki aşkın bahçesinden bir gül koklayan, şeyda bülbül olurmuş. Bilirim ki aşkın pınarından bir damla içen, ömrünce sarhoş gezermiş. Bilirim ki kavuşmak olmasa sevdalılar, ağlayı ağlayı kör olurmuş.

Aşk olmasa iki gözüm, içimde biriktirdiğim bu yangın olmasa, dolmasa iliklerime aşkın hasreti, bu yangın yüreğimi sarmasa, avuçlarımı yakmasa bu ateş, akar mı damarlarımdaki kan! Bir gün kavuşmak hayali olmasa, nasıl dayanılır bu yaşama, bu kimsesizliğe, bu gurbete, bu hasrete iki gözüm, nasıl?

sorma
ben kimim, adım ne, nereden geldim
kim açtı bu kahrolası çukuru yüreğimde
kimi sevdim, kime özlemim
kaç yıl sevda doldu iliklerime
kaç yıl eksildim.

tut ki, bir pınarım suyu kesik
akamadım nazlı nehirlere tut ki
susturulmuş binlerce türkü
bastırılmış binlerce acıyım
baştanbaşa aşk ve ateş

tut ki, incinmiş bir gülüşüm
gecikmiş bir düş
bir ateşin çemberinde
yarım kalmış sevinçler kanayan

tut ki, kar altında sevincim
bütün mevsimlere küsmüşüm

kanadı kırık bir serçeyim tut ki
dağlarda koparılmış kınalı bir çiçek

ateşin zulmünü gördüm
suyun ihanetini
baştanbaşa aşk
baştanbaşa hasret
susturulmuş
milyonlarca türküyüm

bir sarı çiçek
bir sarmaşık belki
çözer dilini yüreğimin

ihanetlerin kilitlediği










Bir Gül bahçesine Göm Beni, Bağban Bilmesin…

Yüreğin nereye denk düşerse, oraya koy beni gülüm. Oraya götür nereye giderse… Ey gül, ey güller güzeli gül…

Dikenli de olsa da sevda yolları... Kanasa da yüreğin, gözyaşı olup aksa da gözlerinde damla damla hasret… Yalnızda kalsan kalabalıkların ortasında, üşüse de sesin, yüreğinin en sıcak yanına koy beni gülüm...
Özlem düğümlenirse gözlerine, bırak yeşersin sevda göğsünde... Bırak gül kokusuyla yıkansın gül tenin…

Sevgiden başka silahım yok benim. Silahsızım kuşları vurulmuş bir gökyüzünde… Ben öleceğim gülüm kimse bilmesin, eski ve derin bir anıya göm beni, kimse görmesin…

Üşümesin gözlerimde umudu sokakta kalmış kimsesiz çocuklar, susuz kalmış ayışığı tomurcukları…

Yaralıyım.. karakıştayım, odam soğuk, aşım yok, suyum yok. Yaralarımı saracak kimsem yok senden başka...
Ben öleceğim gülüm kimse görmesin, bir çınar ağacının gölgesine göm beni bahçe bilmesin…

Gecelerime yağmurlar damladı, ıslandı duygularım, üşüdüm, yağmur oldum kendime, kar oldum uzak dağlara düştüm. Hangi bahara tutunduysam alıp götürdü umutlarımı kış. Ardından gozlerimi de alıp gitti zemheriler, kör kaldım…

Yüreğinin yangınında incecik yağmurlara al götür beni gülüm… Sevdalara, bulutlara, rüzgarlara götür…
Ben öleceğim gülüm kimse görmesin, bir gül bahçesinin en gizli yanına göm beni, bağban bilmesin…

Bil ki, ne ağlamak için yağmuru bekliyorum artık ne de yaşamak için baharı. Sevinmek, gülmek unuttuğum eski bir şarkı şimdi, her gece dudaklarımda sızlayıp üşüyen…
Ben öleceğim gülüm kimse bilmesin, yüreğinin gül yanına koy beni, kimse görmesin…

Bir zamanlar gökmavisi bir çiçekti yüzün yüzümde, ıssız dağbaşlarında bir rüzgarın sesini duyardım, bir de senin… Neye dokunsam tenindi, nereye tutunsam ellerin… Nereye sığınsam yüreğindi…
Her seher yağmurun yağmadığı ülkelere sevda rüzgarlarıyla gözyaşlarından inci taneleri getirirdin yanan yüreğime damla damla…

Şimdi aynalarda saklı bir gölge gibi, içimizde saklı kaldı o sevdanın derin izleri...

Nereye baksak gözlerimiz biraz esrik, biraz hercai, nereye gittiğimizi ne yaptığımızı bilmeden dolaşıyoruz eski anıların geçtiği yerleri.

Ben öleceğim gülüm kimse bilmesin, yüreğinin gül yanına koy beni kimse görmesin…

Acılar savuruyor şimdi anılarımızı, bilmediğimiz yolculuklara çıkıyoruz her gece... Rüzgarlara bırakıp hayallerimizi, şiirler savuruyoruz karanlığa. Umutsuzca bir uçurum kenarından kendimizi boşluğa bırakarak... Öldürüyoruz içimizde kalan ne varsa aşktan,sevgiden, yarından yana...

Tut ki, hiç yaşamadık biz, türküler söylemedik esen rüzgarlara… Bırak ak çiğdemler düşsün saçlarımıza elem renginde, kar bilmesin...

Söylenecek son birkaç sözdür belki dilimizde düğümlenen ve duyguların çözüldüğü yerden telleri kırık bir kemanın göksünden inleyip sızarak ve sızlayarak içimize gömülen zifiri gecelerde..
Lacivertlerin üstünü siyah düşlerle örttüğü yalnızlığımızın, içimizde saklı sesleri vururken yorgunluğumuzu…

Her keman sesi biraz kederlidir gülüm inleyen tellerinden... Belki bıkmıştır bizim gibi eskimiş, esrimiş yorgun kederli sesinden....

Sonbaharın soluk yanaklarına
şarkılarını üflerken rüzgar
kırık bir keman telinde
bırak sızlayıp dursun ömrümüz

Ben öleceğim gülüm kimse bilmesin, bir sonbahar yaprağının ürpertisine koy beni, oğlunu yitirmiş bir babanın gözlerindeki derin hüzne, yüzümdeki küskün kedere, bir kemanın acıklı iniltisine koy beni, rüzgar duymasın…..

Ben öleceğim gülüm kimse bilmesin, bir dağbaşı yanlızlığının ıssızlığına göm beni, sular bilmesin.

Bir şiir'in sıcak yüregine bırak sevgimi, şair görmesin...







Hayat bir yolculuk mu?

Hayat hep bir yolculuktu benim için, hep bir yerlere gidecek gibi durdum. Ama bir yerlere gidemedim… Hep uzakları düşündüm, hep uzakları düşledim; insanın olmadığı kıyıları… Ne kaldığım yerlere bağlanabildim, ne de gidebildim düşlediğim yerlere…

Dünyaları sevdim sığdırdım da yüreğime, ben bir yere sığamadım… Bir yanımda özlemler taştı sel sel, bir yanımı acılar kapladı derya deniz, soluğumda demirler erittim de bir yanım hep kış kaldı üşüdüm…

Ne ben kendimi anlatabildim başkalarına, ne de başkaları anlayabildi ağıt gibi bıçaklanmış bu yüregi gögsümün ortasında...

Ne yana döndüm kurt ulumaları, ne yana döndüm zemheri…Yüreğimde hüzün sönen yıldızlar gibi hep gözlerime döndü… Susuzum ey hayat! Suskunum! ..

Gecelerime yağmurlar damladı, ıslandı duygularım, üşüdüm, yağmur oldum kendime, kar oldum. Hangi bahara tutunduysam alıp götürdü umutlarımı kış. Gozlerimi de alıp gitti ardından…

Çocukluğumu düşürdüm kollarında aşkın, öksüz kaldı şiirlerim dudaklarımda… Bu yüzden hep kanarım kendimce...

Kar yağdı kaldırımlara, üşüyor hayat. Yalnızlık kocaman bir dağ olup büyüdü gözlerimde. Bir dost gülücüğünde saklı kaldı zaman. Bütün sevinçleri alıp götürdü gemiler. Şimdi ne kadar bastırırsam bastırayım iki elimi kanayan yüreğimin üstüne, durmuyor kanama …

Kahrımdan bin deniz doğurdum, gözyaşı doldu geceler… Gözyaşı gecelerinde boğuldu sevdalarım, sevinçlerim… Gece zalim gelir bu şehre, gözyaşıyla gelir her gelişinde, hüzünle gelir. Şarkılar da susar, zifiri saçlarıyla örter bu şehri geceler... Hazan mevsimi şimdi, hüzün mevsimi, ayrılık mevsimi, gözyaşı mevsimi. Bütün mevsimler bir gün bırakıp gitse de, ben gidemem...

Ey aşk yada acınası ey ben! Gözyaşlarımı denizlere salıyorum ki, dağlara doğan güneş, hasret hasret açılan ama kapanmayan yaralarıma merhem olsun… Kırılsın kilitleri kapılarımın, kırılsın içimde yıllarca gizlediğim ayna, gülsün gülmeyen bahtım…

Nuri CAN
www.nuricann.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder